Kim
umursarsa o da umursanır. Kim umursamazsa o da umursanmaz. Dikkate aldığın
kadar dikkate alınırsın. Bu Allah’ın katındaki sünnettir. Kurduğun hayatın
içinde Allah’ı ne kadar umursarsan o hayatın içinde de Allah seni umursar. Hayatını
kurarken dikkate almadığın Allah’ın seni dikkate alacağını bekleme.
Kavimlerin
helakı, insanların helakı bu gerçeklik üzerinden yürümüştür. Nice kavimler nice
topluluklar, nice devletler kuruldu da hepsi yok oldular gittiler. Nice
tahtlarlar alaşağı edildi, nice zâtların defteri dürülüverdi de Allah hiç
birisini umursamadı. Çok büyük devletleri vardı, çok büyük güçleri vardı, çok
büyük ihtişam sahipleriydiler, herkes onların etrafında dönerdi, hayat onların
kararlarıyla şekil alırdı, hiçbir şeye muhtaç değillermiş gibi kasıla kasıla
yürülerdi de Allah hiçbirisini helak ederken umursamadı. “Onların ardından ordu
indirecek değildik, indirmedik de. Onları sadece korkunç bir ses helak etti”
(Yasin:29) Tüm o ihtişamları, tüm o gururları sadece bir ses ile yok ediliverdi.
Hani
çok önemli adamlardı.
Hani
her şey onlarsız hüsrandı.
Hani
onlar tek umursanacak güçtü.
Ne
oldu? “Arkalarından ne yer ağladı ne de gök” (Duhan:29)
Allah’ı umursamadan kurulan her hayat her
düzen Allah’ın küçücük bir sebebine yenik düşer. Ya Nemrut olur sineğe yenilir.
Ya Ebrehe olur Ebabil’e yenilir. Ya da bir asaya.
Bir
adam Allah’ı umursamazsa Allah da o adamı umursamaz. Bir adamı Allah
umursamazsa o adam için hangi yol var ki gitsin, hangi el var ki tutsun, hangi
güç var ki korusun, hangi şefkat var ki kefil olsun. Allah’ın “Onu bana bırakın” (Müddessir:11)
dediği gün gayrı kime gider o umursamaz.
Bir
adam Allah’ı umursarsa Allah da onu umursar. Bu durumda onu meleklerine de
insanlara da aleme de sevdirir. Sonra o
adam ölür de Peygamber aleyhisselam onun için “Saad’ın (Saad bin Muaz) ölümünden
dolayı arş sallandı” der. Arşın ölümüne üzüldüğü bir adam olmak için endişe
duymak, umursamak gerekiyor.
Muaz
bin Cebel radıyallahuanh ölüm döşeğinde iken ikide bir;
-“Sabah
oldu mu” diye sorar, Ona:
-“Daha
olmadı” diye cevap verilirdi. Nihayet bir defa “sabah oldu” dediklerinde Muaz:
“Sabahında
ateşe gidilen geceden Allah’a sığınırım”
dedi.
Geceyi
umursuyor, sabahı umursuyor, ateşi umursuyordu. Çünkü gecenin de, sabahın da,
ateşin de Rabbi olan Allah Muaz’ın da Rabbiydi.
Geceleri
ve gündüzleri, sabahları ve akşamları, sevinç ve üzüntüleri, öfke ve sükunetleri,
şenlikleri ve yasları, kadınları ve erkekleri, çocukları ve ihtiyarları helak
olan kavimlere benzeyen toplumlar Allah’ı umursamazlar. Allah’ı umursamayan her
kim ise onda Allah’ı öfkelendiren kavimlerin bir özelliği var demektir.
Allah’ın
umursamayan kimseler…. Evet onlar ; evlilik düşüncesinde, evlilik
merasimlerinde, çocuk beklentilerinde, çocuk yetiştirmelerinde, iş kurup para
kazanışlarında, borcuna dair sorumluluklarında, arkadaş mekanları biçimlerinde,
arkadaş muhabbetlerinde, ölüme karşı hislerinde, şenliklerinde ulaştıkları
sınırlarında velhasıl hayatlarının hiçbir safhasında Allah’ı umursamadılar.
Kendilerince iyileri kötüleri sıraladılar. Koca koca kitaplar yazdılar
hayatlarına dair. Herkese dayatılan, herkesin tabi olması istenilen kanunları,
nizamları oldu. Hiç kimsenin umursamaz kalmamasını istedikleri yazılı ve örfi
kanunları, nizamları… Bunların hiçbirini yaparken Rabbim acaba ne der diye
sormadılar, Rabbim kızar mı diye sormadılar. Ama Allah da onları umursamadı. Ne
yaparlarsa yapsınlar, tarihte ne kadar uzun zemin teşkil ederlerse etsinler,
yeryüzünde ne kadar nereye hükmetmişlerse hükmetsinler Allah onların değer
verdiği şeylerin hiçbirine değer vermedi. Allah’ın yanındaki değerini
umursamayan ya da unutup giden her kes her toplum her devlet o hazin sonu
yaşadı. Tarih bize Allah’ı umursamayanların diliyle anlatıldığı için de biz o tarihihten
bir şey anlamadık. Bunun için biz şimdi onların yaptıklarını yapsak da
kapımızda duran tehlikeyi farkedemiyoruz.
Allah’ın
kullarından talep ettiği bir şey bir filmin afişi kadar bile bizde ilgi
uyandırmıyorsa, gündemimizde bir karşılık bulmuyorsa, “Ey Kullarım”
seslenişini bir müziğin nağmesi kadar
bile kendi üzerimize alınmıyorsak gecelerimiz o kavimlerin gecesine, gündüzümüz
o kavimlerin gündüzüne benzemiş olduğundadır.
İbrahim
Ethem’in hikayesi anlatılır. Bir gece kuş tüyü yatağında cennet hayali kurarken
damda ayak sesleri işitir. Kim var orada diye bağrıır. Damdaki adam; “devemi
arıyorum” der. İbrahim Ethem kızar; “damda deve mi aranır be hey adam” der.
Adam; “damda deve aranmayacağını biliyorsun da kuş tüyü yataklarda cennetin
aranmayacağını bilmiyor musun?” der .
Umursamazlara
benzeyerek kurduğumuz hayatların içinde Allah’tan bulunduğumuz cennet
taleplerimiz bize boş boş geri dönecektir. Biz Rabbim bana kızdı mı diye
sormadığımız, acaba Rabbim ne der demediğimiz sürece hayatlarımız tek tek
benzer sonları görecektir.
Umuradığımız
şey kadar değerimiz olacak. Varlığını ve yokluğunu umursadığımız şey ne ise
bizi kıymetimizde odur. Daha ötesi değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder