“Şüphesiz şeytan sizin
için bir düşmandır.
Öyle ise (siz de) onu düşman edinin” Fatır: 6
"Sizin onları görmediğiniz yerlerden o ve yandaşları
sizi görürler. Araf:27
Gizliyoruz.
Hem de kendi
ellerimizle gizliyoruz.
Yaşama biçimimizde,
alışkanlıklarımızda, "Hobi"lerimizde, gördüklerimizde ve görmeyi
arzuladıklarımızda, işittiklerimizde ve işitmek istediklerimizde gizliyoruz.
Umursamazlığımızda,
görmezden gelişimizde, idare edip de müdahale etmediğimiz kötülüklerde
gizliyoruz.
Para kazanma biçiminde, borçlara karşı kayıtsızlığımızda,
sarmaşık gibi sarılıp kaldığımız dünyaya ait emellerimizde gizliyoruz.
Gizlideki halimizle,
cep telefonunda, internette ve televizyonda izlediklerimizde gizliyoruz.
Heva ve hevesimizi
doyurduğu için müptela olduğumuz bağımlılıklarımızda gizliyoruz.
Allah O’nu olanca sıfatlarıyla tanıtıp “açık” etmesine rağmen
gizliyoruz.
Hiçbir şeyi tanımlamadığı kadar onu tanımlamasına rağmen
gizliyoruz.
Ne bir ibadeti, ne bir haramı, ne bir helali…
Hiç birini anlatmadı Allah O’nu anlattığı kadar.
Hiçbir tehlikeden sakındırmadı ondan sakındırdığı kadar.
Hiçbir şeye karşı kollamadı kulunu ona karşı kolladığı kadar.
Ama biz gizlemeye devam ediyoruz onu.
Toplumsal kuramlarımızda gizliyoruz.
Psikanalist açıklamalarımızda gizliyoruz.
Ekonomik terimlerimizin içinde gizliyoruz.
Kültür ve sanat diye tanımladığımız şeylerde gizliyoruz.
Haydi kendimizi bir toparlayalım dendiğinde “ne var ki
halimizde?” dercesine kulak asmıyoruz. O’nun, Peygamber gönderilmiş kavimlerde
olduğu gibi yaşamlarımızın ardına gizlenmiş olduğunu göremiyoruz. Bunun içindir
ki "toparlanma", "kendine gelme", "yeniden iman
etme" gibi çağrılar pek karşılık bulmuyor.
Tüm geçirilen cinnetlere, kan dökücülüğe rağmen
gizliyoruz.
Tüm
hırsızlıklara, ahlaksızlıklara, rağmen gizliyoruz.
Sarhoş
kusmuklarına, zinakar-fahişeliklere rağmen gizliyoruz.
Bir toplumu yıkacak
tüm haysiyetsizliklere şahit olmamıza rağmen gizliyoruz.
Evet gizliyoruz.
O’nu gizliyoruz.
ŞEYTAN’ı gizliyoruz.
Farkında olarak ya da olmayarak kendi yaşamlarımızda ve
toplumsal yaşamımızda gizliyoruz.
Adını hiçbir gazete
sayfasında göremiyoruz. Adını hiçbir spikerin ağzından duyamıyoruz. Adını
hiçbir sanatçının eserinde göremiyoruz. Adını hiçbir ekonomistin grafiğinde
göremiyoruz. Adını hiçbir psikoloğun psikanalist değerlendirmesinde
hissetmiyoruz. Adını hiçbir sosyoloğun toplum analizinde görmüyoruz edemiyoruz. Adını
hiçbir siyasetçinin ağzından duymuyoruz.
Neden?
Çünkü “Kamusal Alan”
Kamusal alan içinde onu asla bulamazsınız bile.
Çünkü kullandığımız kavramlarımızda gizliyoruz.
Hiçbir toplumsal sorunumuzu konuşurken ondan bahsedilmiyor.
Hiçbir savaşımızın adını koyarken ondan bahsedilmiyor.
Hiçbir alışkanlığımız ve geleneğimiz irdelenirken onun
etkisinden bahsedilmiyor.
Tüm psikologlarımızın, tüm pedagoglarımızın, tüm
sosyologlarımızın davranış biçimlerimiz ve toplumsal yönelişlerimiz ile ilgili
sorun tespitlerinde onun adı geçmiyor.
Buhranla alev alev yanıyoruz ama bu buhranı başımıza saran
asıl müsebbip olarak ondan hiç bahsedilmiyor.
Yok. Yok. Yok…
Hiçbir yerde yok.
Çocuklarımız artık onun adını duymadan büyüyor. Adını
duymadığı düşmanıyla büyüyor. Hiç tanımadığı ve tanıyamadığı bunun için de
önlem alamadığı düşmanıyla büyüyor. Tüm sorunlarda ilk bakması gerekirken
kendisinden haberdar olmadığı için gündemine bile girmeyen düşmanıyla büyüyor. Etkilerinin
ne olduğunu bilmeden, elinin nerelere kadar uzandığından haberdar olmadan,
Fısıltısının neleri yerinden oynattığına vakıf olamadan büyüyor çocuklarımız.
Kavramlarımızla, tanımlamalarımızla onu öyle bir gizliyoruz
ki farkına bile varamıyoruz. Müslümana ait sorunları gavurun kavramlarıyla
çözmeye kalkışıyoruz. Her yerde sorun var ama tüm çözümler onu ortaya çıkarmaktan
aciz kalıyor. Çözümü getiriyorsun ama daha büyük bir sarmalın içine giriyorsun.
Çünkü onu sorunların başına almadıktan sonra müslümana dair hiçbir sorun çözüme
kavuşmayacaktır. Müslümana düşman olan şeyleri ve kişileri basiretsizliğimiz
yüzünden fark edemiyoruz. Geleneğimizi, geleceğimizi nasıl kurduğumuza bakarken
bile içine döşenmiş tuzakları göremiyoruz.
Düzelmemiz ancak onu ortaya çıkarmak ve ona düşman olmamızla
gerçekleşir. Ucu kendimize dokunacağını bile bile bunu
yapmamız gerekiyor.
Suçlu
bu deyip ona düşman olmamız gerekiyor sadece suçunu ortaya çıkarmak işe
yaramıyor. Ona düşman olmak gerekiyor. Düşmanımızı tanımakta ne kadar
gecikirsek o kadar zarar göreceğiz, o kadar buhran içinde kalacağız. Hem toplum
hem ev olarak fark etmez; düşmanımızı tanımlayıp ondan sakınmadıkça hiçbir
çözüm önerisiyle huzura ulaşamayacağız.
Sahi bu şeytan nerede?
Gavurun toprağındaysa bizim toprağımızda olanlar nedir?
Evlerimizde yaşadığımız geçimsizliklerimizin müsebbibi kim?
Hayvanlardan da daha aşağılık şekilde uluorta şehvet
patlamalarının kışkırtıcısı kim?
Anne babaların önünden çocukları boyunlarından yakalayıp köle
gibi istediği ortama sürükleyip götüren kim?
Ölümlerin belki hiç bu kadar haysiyetsiz ve basit olmadığı
dönemi yaşarken şeytan bu kanların neresinde?
Acısı olanı acısıyla baş başa bırakan bu düzen kimin işine
yarıyor?
Her şeyin arkasında o var.
Ekinlerin ve neslillerin telef olmasının arkasında o var.
Yani ŞEYTAN.
Yani Allah’ın düşmanı.
Yani kulların düşmanı.
Bu bizim ilk adımımız olmalı. Onu fark etmek ilk vazifemiz
olmalı.
Farkına varıp onu “ifşa” etmeliyiz. Hepimiz başkasından önce
kendimizde başlamalıyız buna. Sonra evlerimizde. Sonra, sonra, sonra…
O saklanmışsa biz onu çıkarıp getirmeliyiz ortaya.
Kendini saklamaktaki
bunca hüner ve başarısına rağmen onu bulup getirmeliyiz.
Ve hesaplaşmalıyız
önce kendimizle.
Zira
“Bizim onları göremediğimiz yerden onlar bizi görmekteler”.