22 Haziran 2017 Perşembe

Kendi Beynini Yiyen Adama Dönüşmek

Hannibal Lacter Filminde adamın kendi beynini yediği sahneyi yaşıyoruz. Kalbimiz çalışıyor, nefes alış verişimiz normal, dilimiz hareket ediyor ama bakışlarımız boş, harekete geçirecek hislerimiz yok, itiraz etme-hayır diyebilme gücünü yitirmişiz. Tüm Müslüman dünyası bu sahneyi yaşıyoruz. Beynimiz (Ortadoğu) verilen narkozla uyuşmuş durumda. Müslüman dünyanın beynidir Ortadoğu. Hem öyle bir narkoz ki beynimizi kesiyorlar, parçalıyorlar ve bize yediriyorlar. Kendi beynimizi kendi ellerimizle parçalayıp yiyoruz.
Bu hale geldiğimiz yüzlerce başlıkta incelenecek bir durumdur. Fakat başımıza gelenlere görsel dünya açısından bakınca ciddi bir narkozun yapıldığını görmekte hiç zorlanmayız. Medya’nın ve görsel dünyanın (filmlerin)  zihinlerimize etkisi, iğdiş etmesi ve hissiz hale getirmesi nedeniyle kendimize zarar verecek işlere bile karşı koyacak irademiz kalmamış ha bire bilinçsizce kendimizi parçalıyoruz.
Görsel dünyanın bize etkisini sıra dışı bir düşünmeyle rahatlıkla fark edebiliriz. Puzzle’ın parçalarını bir araya getirince hayret verici şeyler ortaya çıkıyor.
İki film bizim zihinlerimizi baydı. Binlerce filmin içinden sadece ikisi ile bilinçaltımıza yapılan enjekte ile ne büyük bedeller ödüyoruz. Elbette ödediğimiz bedeller sadece film/lerin bize etkisiyle olmadı yüzlerce başka sebep var ama en küçük hücrelerimize kadar nasıl bir sızma, enjekte var onu göreceğiz.  Sadece bizim/Müslümanların değil bütün dünyanın bilinçaltıyla nasıl oynandığını göreceğiz. Bilinçaltına yapılan enjektenin reflekse dönüşmesini göreceğiz. Refleksler bilinçaltının ürünleridir ve bilinçaltının kontrolündedir.
*                                          *                                          *
Filmler maksatlıdır.
Filmler mesaj içerir.
Filmler yönlendirir.
Filmler değirmene su çeker.
ROCKY BALBOA ve RAMBO… Birincisi özelde Müslümanların diğeri tüm dünyanın narkozudur. Beyne yapılan uyuşturmadır.
Rambo serisi filmini izleyenler, dikkatle izlemişlerse şunu görürler; Kahraman, güçlü, adaletli, vurduğunu deviren pazulu, şefkatli ama zalime karşı da öfkeli gerekirse bir aslan kesilen, kendi dünyasında yaşamayı tercih edecek kadar naif ama mecbur kalınca tüm dünyalara dalabilecek kadar cesur bir ESAS OĞLAN vardır.
Boşuna gitmez hiçbir yere. Mutlaka bir zulüm vardır ve o zulümden inleyen bir halk vardır. Kimsenin müdahale etmediği, durdurmadığı bu zulme daha fazla göz yumamayan bir sistem (AMERİKA) vardır. Sistem onu ADALET ve ÖZGÜRLÜK için görevlendirir. Nereye? Nereye olursa fark etmez. Sistemin stratejik planları olan her yere. Kimi zaman KAMBOÇYA, kimi zaman AFGANİSTAN ve mücadele süreklidir. Sistem sürekli mücadeleyi ve riski göze almıştır, tek maksadı zulüm altında inleyen halkları ÖZGÜRLÜĞÜ’ne kavuşturmaktır. Halkların başlarındaki DİKDATÖR’leri ortadan kaldırıp onlara kendi hür iradeleriyle buluşturmaya (DEMOKRASİ) ahdetmiştir. Aslında istemeye istemeye müdahale etmek zorunda kalır sistem (AMERİKA). KAMBOÇYA’daki zalim idareciyi ve askerlerini alt eder gelir, masum insanları hapisten kurtarır özgürlüğüne kavuşturur. Masum halk SİSTEM’in elçisine şükranlarını sunar. Kendi idarecilerinden daha şefkatli bir elçi… Kendi idarecilerinin zulmüne karşı özgür bir anlayış… Ulaşılması ve olunması gereken bir ayrıcalık... İzleyicinin kalbine inilir, bilinçaltına inilir, ruhlar esir alınır farkına varılmadan.  Ve hayranlık uyandırılır.
Ardından yeni bir seri gelir; ESAS OĞLAN, AFGANİSTAN’a gider. Afgan halkını esarete mahkum etmek isteyen zalim Rusya’nın zulmüne mani olmak için sistem harekete geçer. ESAS OĞLAN ikna edilemez ama eski komutanı AFGANİSTAN’da zalim Ruslara karşı mücadele ederken yakalanır. Naif ve adaletli esas oğlan hemen harekete geçer. Tamamen kurtarma amaçlıdır. Ama bu kurtarma harekatı zamanla kendini koruyamayan bir halkın kurtarılması sorumluluğuna da dönüşür. Tanrı!, bu vazifeyi doğal süreç içinde O’nun omuzlarına yükler. Kaçamaz ve her iki sorumluluğu da hakkıyla yerine getirir. Zalimin tepesine çöker ve en ileri silahlarına rağmen onları alt eder. Hem Tanrı(!)yı, hem de Tanrı(!)’nın sevdiği aciz kullarını memnun eder ve “şükran ve minnetle” oradan ayrılır. Artık AMERİKA Müslümanların dostu RUSYA müslümanların düşmanıdır. Filmin gerçek olması için fazla geçmez. Gerçek hayatta da Amerika Müslümanların Dostu(!) olur.  
Rocky Balboa ve Rambo serileri öylesine, keyifli bir vakit için imal edilmiş filmler değildir. Asla ve kat’a böyle değildir. Zamanlaması olan, hedefleri olan bir film serisidir her ikisi de. Sanat adına eğlence için izlenecek bir film değildir ikisi de. Oyuncu kadrosu, içeriği, mesajları açısından özellikle kurgulanmış filmlerdir. Müdahalenin ön habercisidir. Ve tüm dünyanın bilinçaltına “tepkiye gerek yok, rahat olun”  imajı vermektir. Zihinlerdeki yabancılıklar görüntü, imaj ve mesajlarla tanışıklığa dönüştürülür.
Her iki filmde de bilinçaltına atılan yüzlerce mesaj var, ödev var, emir var aslında. Hedefe alınan ülke ve toplumlar üzerinde 10-15 yıl sonrası için düşünülen cerrahi müdahalelerin narkozu konumundadırlar.
Tüm dünya toplumlarına sunulan bu filmler tüm dünyayı 10-15 yıl sonrasına “gassalın elindeki mevta” gibi itirazsız hale getirme amacı gütmektedir. Başarılı da olmaktadır. Hangi hususta? AMERİKA’nın dünyanın her yerine müdahale edebilirliği hususunda.
Amerika'nın kesintisiz ve fiili olarak dünyaya müdahalesi 80’lerle başladı ve o günden beri homurdanmalar haricinde hiçbir devlet karşı çıkmamıştır, çıkamamaktadır. Müdahaleleri özellikle İslam Dünyası üzerindedir.  Beyinleri uyuşturulan Müslüman halkların itiraz etme gibi bir durumları olamamaktadır. Fiili müdahalenin öncesinde yaptığı hamleler, kültürel dejenereler, iyi çalışılmış medya oyunları ile 10-15 yıl içinde tüm müdahaleler meşru hale getirilip hamleler yapılmaktadır.
Şu soruları bir soralım;
Başka bir devlet için Amerika’ya tanınan meşruiyet tanınır mı?
Başka bir devlet bunu yapsa ne olur?
Amerika'nın bir yeri işgal etmesiyle farklı bir ülkenin bir yeri işgal etmesi esnasında zihinlerimizdeki tepki nedir?
Sanki zihinlerimizde Amerika'ya her yere "el atma" hakkını vermiş gibi davranıyoruz.
80’li yıllarla birlikte Amerika Müslüman Dünya’ya el atmaya başladı. Alt yapı çalışmalarını, psiko-sosyal tüm verileri iyice işledikten sonra, ekonomik tüm köşeleri tuttuktan sonra vs. müdahaleleri ardı ardına yapmaya başladı. Şu an geldiğimiz aşama müdahalelerin zirveye tırmandığı noktadır. Ama hiç bir müdahale, karşı koyma, engel olma gerçekleştirilememektedir. Müslüman dünya (Ortadoğu) üzerindeki ustaca taktikleri ve illüzyonlarıyla harekete geçirecek beyinleri hissetmez hale getirdi. Acının en ağırını yaşamamız gerekirken hiçbir acı hissetmeden cerrahi operasyonlar yapılıyor ülkelere.
Sanki Hannıbal Lacter Fimindeki gibi... Adama kendi beyninin yedirildiği sahneyi yaşıyoruz. Orta Doğu Müslüman’ın beynidir. Bize kendi beynimizi yedirmekteler. İç çekişmeler, dışa karşı aciz kalış, kendi bedenimize zarar vermeye götürüyor. En ihtimal dışı olanın yani kendi beynimizi bile bize servis edenlerin sofrasındayız hala. Bize sundukları, parçalayıp yedirttikleri Müslüman dünyasının beyninden başkası değildir. Hannibal Lacter’ın aldığı o hazzı alıyorlar. Sakin, güçlü, karşı konulamaz ve acının bile kontrolü bozamadığı itaat edilmişlik.
En büyük acı bile itiraza sebep olacak kadar hissedilmiyor.
Her şey filmlerle başlamadı elbette ama herkes de o filmden bir parça kaldı. Eğlencelik zannedilen o filmlerden kalan şarapnel parçaları tüm bünyeyi sakat hale getirdi.
Diğer filmin yani ROCKY serisinin ise daha gizli bir görevi vardı. Özellikle Müslüman dünyada... ROCKY’den RAMBO’ya sorunsuz geçişi sağladı. Zihinlerin sevdiği Rocky karakterini oynayan STALLONE, Rambo’nun içselleştirilmesine kolaylık sağladı.
Rocky Balboa Filmlerinin Müslümanlar ile bağlantısını anlayabilmek için Rocky Filmleri ile Muhammed Ali’nin dünyadaki tüm Müslümanların efsanesi haline gelmesi arasındaki tarihlere bakmak yeterli olacaktır. Müslüman bir boksör. Şampiyonlukları dillere destan. Elbette doğru ama Dünya Medyası’nda bu şampiyonluklar fazlasıyla dillendirildi. Özellikle ezilen halkların yumruğu haline geldi Muhammed Ali. Sanki normal bir insandan başka bir güce sahipmiş gibi Müslüman dünyasında övgülere mal oldu. Müslüman dünya bazen Futboldaki başarısıyla kafiri yenince cihad kazanmış muamelesi yaptığı gibi boksa da Müslümanların yumruğu olarak baktılar. İRAN-AMERİKA Dünya Futbol Müsabakasında olduğu gibi, Filistin asıllı bir sporcunun İsrailli birini geçmesindeki gibi... Müslümanların bu heyecanını dünya basını her geçen gün daha da şişirdi. Bir yönüyle gaz alıyordu bir yönüyle de bir sonraki aşamada gerçekleştirilecek müdahaleleri zihinlerde normalleştirecek filmlerin ESAS OĞLANI’nı piyasaya hazırlıyordu. Sistem (AMERİKA) buradan girebileceği deliği çok iyi gördü. Ve fazla geçmeden ROCKY filmleri piyasaya sürüldü. Müslüman dünya boksu sevdi, sevdirildi. Müslüman boksörler heyecan uyandırdı. Biraz sonralardan da olsa TYSON gibi mesela. Müslümanların boks dünyasına olan seviciliği bilinçli bir müdahaleyle yön değiştirdi. Beyin altına yeni bir kahramanı iliştirildi. Boksu seven Müslümanların gelecekte kurtarıcı filmlerin ESAS OĞLAN’ı olacak olan kişi ile tanışıklığı başladı. Bir süre sonra da kimisinde az kimisinde çok bir sempati oluştu. Hemen hemen herkeste bir tanışıklık oldu. Göz alıştı… Artık Müslüman olmayan bir boksörü de destekliyorduk. Kalbimiz sadece Müslüman boksör için atmıyordu artık. Bizden olmasa da Sempati beslediğimiz bir boksör için de atmaya başlamıştı kalbimiz. Mesela; Rocky, Rus boksörle ringe çıktığında Müslümanların tarafı ROCKY’nin tarafında oluyordu. Sadece nüslümanlar değil tüm dünya Rocky tarafında oluyordu. Bu aynı zamanda Amerika’nın yanında olmaktı. Amerika sevgisi Rocky sevgisinin ardından kalplere sıvışarak girdi. Rocky'nin desteklendiği o sahnelrin en can alıcı karelerinde Amerika'nın bayrağı dalgalandı hep. Tıpkı diğer filmlerde olduğu gibi. Gözlerimiz, zihinlerimiz ve ruhlarımız o bayrağın her yerde dalgalanmasına müsade edinceye kadar Amerikan bayrağı dalgalandırıldı filmlerde.  Kimsenin rahatsız olmayacağı aşamaya gelinceye kadar her filmde dalgalandırıldı Amerikan bayrağı. Nihayetinde Amerika'nın bayrağı artık zihinlerimizde özgürce dalgalanır oldu. O bayrağa sarılıp ringi turlayan Rocky bize o bayrakla duygusal bir yakınlık da kazandırdı. Kızdığımız bayrak aradaki mesafeler kalktıkça duygularımızın az da olsa dokunduğu bir bayrak haline geldi. Hastalık bulaştı ruhlarımıza. Ve sonunda bir kahraman oldu Rocky. Ne hazindir ki yıllar sonrasında Muhammed Ali “eski efsane” olarak anılırken Rocky hep “yaşayan efsane” olarak muamele gördü. Bu, Müslüman zihinlerde Rocky Balboa’nın Muhammed Ali’ye karşı zaferiydi ne yazık ki!
Muhammed Ali sadece alkışlanan, Rocky Balboa ise idol olarak dünyaya sunulan adam oldu.
Nihayetinde Rocky, bilinçaltına atılan sevilen adam imajını garantiledi. Sonra birden kurtarıcı oluverdi aynı adam. Tanışıklık ve muhabbeti zihin altına yerleştirilmiş adamın Kahraman olma hakkı vardı ve bu hak ona verildi. Elbette kimse eline pankart alıp yapmadı  bunu ama zihin altında bu hak verildi O'na. Resimlerle, posterlerle, afişlerle yeni nesillere daha bir işlendi bu. Rambo gözlüğü, Rambo atleti, Rambo bıçağı kullanmaya başladık. Tarzımızı değiştirdik. Zihnimizin esir alınmışlığıydı bu. Ve ROCKY’den RAMBO’ya dönüşen bir Efsane ile karşı karşıya kaldık. Ruhlar ve zihinler bunu kabul etti. Medya ile kabul ettirildi. Kapitalist pazarla kabul ettirildi.
Artık RAMBO nereye müdahale ederse etsin bizim de desteklediğimiz bir özgürlük savaşçısıydı. Çünkü biz onun geçmişini biliyorduk. Dünya’nın her yerine müdahale edebilecek, müdahale ettiğinde de haklı sebepten dolayı müdahale edecek bir adalet savaşçısıydı. Hatta kendi vatanımıza (Afganistan’a) geldiğinde bile ruhlarımızda ve zihinlerimizde destekledik O’nu. Farkında olmadan da arkasındaki sistemi yani AMERİKA’yı destekledik. Zihinlerimiz, Rusya’yı Afganistan’daki yabancı olarak tanımlarken aynı zihinlerimiz Amerika’yı Afganistan’ın yabancısı olarak görmedi. Çünkü bilinçaltımızda Amerika oraya giderse Afgan Halkı’nın hayrına, iyiliğine gider diye enjekte edilmişti. Bunun için de itiraz etmedik. Rusya’nın Afganistan’a girmesi esnasındaki itiraz ve cihad arzusu Amerika’nın Afganistan’a girmesi esnasında ortaya çıkmadı. Ve sonraki işgallerinde de çıkmadı.
Şimdi Amerika sınırımızda. Şimdi Amerika Kalbimizde (Mekke-Medine ve civarı). Şimdi Amerika her yerde. Onun yokluğunda sükunetin hakim olduğu yerlerde şimdi her gün bedenler parçalanıyor. Hem de Müslüman müslümanın bedenini parçalıyor. Bir taraftan kendi bedenlerimizi parçalarken bir taraftan tüm İslam Dünyası’nın beynini parçalıyoruz. Birbirimizi yediğimiz gibi aslında Müslüman dünyanın beynini yiyoruz. Bize bedenlerimizi ve beynimizi parçalayıp yedirecek kadar hislerimizi almışlar, bilincimizi yitirtmişler.
Nasıl haz almasınlar ki?
Ama Allah’ın da göreceği bir hesap zamanı gelecek. Bu bir avuntu değil ümidimizdir Allah’tan.

Allah en iyi bilendir.

15 Haziran 2017 Perşembe

Benim Adım Khan Değil

İsmet ÖZEL  Yeni Şafak’ta yazdığı dönemlerde (yaklaşık 20 yıl önce) şöyle demişti: “Bizim en büyük eksiğimiz her yapılan suçlamaya bağrımızı açıp o suçlamayla baş etmeye çalışmamızdır. Halbuki bizimle ilgisi olmayan suçlamaya dair açıklamalar yapmak bizim o suçu kabullenmemiz demektir”
                                      *                             *                                    *
Müslümanlar TERÖRİST’tir. Algısıyla birlikte taaa Kabe’mize kadar geldiler.
Bu söylem Suçu kabullenme söylemidir.
Suçtan kurtulma isteği olan söylemdir.
Ben sizin kastettiğiniz kişilerden değilim diyerek iftira edilen Müslümanların safından ayrılma girişimidir.
Kimliğe yapılan müdahale ve tanımlamaya “onursuz” bir baş eğmedir.
Müslümanların meşguliyetinin ve amaçlarının “Ümmet” olma iddiasının bitirilip “Terörist Değilim” ispatına dönüştürülmesi projesidir.
2007 de BM’de “Terörle Mücadele” başlığı adı altında yapılan bir yol haritası belirlendi. Bunların çok etkin karlarından bir tanesi de “BM’de Terör faaliyetleri içinde olduğu kabul edilen bir yapı (Vakıf, Dernek vs.) alınan bir kararla terörist ilan edilecek ve bütün mal ve nakitlerine el konulacaktır.” Bu karar alındıktan sonra BM’ne üyeliği olan hangi ülke olursa olsun bu kararı uygulamak zorundadır.
İhvan, Hamas fark etmez hepsi buna dahildir. Bu yapılar BM’de terörist olarak kabul edilirse hangi ülkede bu yapılar varsa o ülkeler bu yapılara müdahale edip mal ve nakitlerine el koymak zorundadır. Mısır 2015 yılında İhvan’ı terörist ilan edip tüm mal varlıklarına el koymuştu. 2017 yılında Katar  Krizi ile İhvan ve Hamas’ın uluslar arası meşriyetine darbe vurulmaya çalışılmakta. Bunu Müslümanların elleriyle yaptırmaktalar. Suud, BAE, Mısır gibi ülkeler Katar’a ambargo uygulayarak bunun ayağını yapmaktalar. Katar’ın İhvan ve Hamas ile arası çok iyi. Yusuf El- Kardavi’yi himayesi altında bulundurmakta. Suud ise hem ihvanı hem de Hamas’ı diskalifiye etme çabasında. Müslümanların eliyle Hamas ve İhvan’ı uluslar arası terörist ilan ettirme gayretindeler. Ve herkes şimdi “biz terörist değiliz” demeye başladı. HAMAS 1967 sınırlarını kabul etmesine rağmen, ayetli hadisli misyonlarından vazgeçip demokratik söylemli misyonlara yönelmesine rağmen, baskılardan kurtulacağını ümit etmesine rağmen iddialardan kurtulamamakta. Üstelik iddialar Müslüman devletler eliyle önüne sunulmakta ve kendini akla demekte. İşin perde arkasında ise Amerika bulunmaktadır. Amerika’nın ise bir şartı var; Senin adın KHAN olmalı ki terörist olmadığına inanayım.
“MY NAME İS KHAN” bir filmden öte aslında Amerika’nın önce tanımladığı sonra nasıl olması gerektiğini vazettiği Müslüman modelidir. 
“BENİM ADIM KHAN, BEN TERÖRİST DEĞİLİM ! ” Hep bunu söyler filmin esas adamı.
KHAN kimliğinde anlatılan MÜSLÜMAN nasıl biridir?
Müslüman dış dünyadakiler kadar normal olma imkanı olmayan “anormal-bozuk” yapıda biridir. 
 Müslüman Hastalıklı bir insandır. Her an kontrol altında tutulması gerekir.
Müslüman dış dünyadakilerin her an tedirgin olduğu, zararından emin olmak için mutlaka direktiflerin ve müdahalelerin gerekli olduğu kimsedir. 
Müslümana yapılan iş ve işlemlerin amacı aslında başkalarını zarardan emin kılmak olduğu gibi kendisini de kendi zararından emin hale getirmek amacına yöneliktir. Sürekli müdahale edilmesi bu nedenledir.
Müslüman hep kendisinin “masumluğunu” ve “iyiliğini” ispat etmek zorunda kalan kişidir.
Müslüman kendi haline bırakılırsa etrafa zarar vermek eğilimine girme ihtimali olan bir “hastadır”.
Müslüman “ruh” hali itibariyle sorunlu ve kendi dışındakilerden farklı bir dünyada yaşamaktadır. Yaşadığı dünya gerçek dünyadan uzak sadece kendisi gibi eksik, zayıf ve problemi olanların dünyasıdır. 
Müslüman kendi dışındaki dünyaya benzediği oranda sağlıklı görüntüler veren “gerçek dışı” yaşama mahkum bir “acuze”dir.
Müslüman işe yarar bir insan olduğunu ve zararlı biri olmadığını ispat etmeye muhtaçtır. Bunu Amerika’ya hizmet etmekle ispatlayabilir. Bütün dünyanın, Müslümanların terörist olmadığına ikna olabilmesi için Amerika’nın O’na lütüfta bulunması gerekir. 
İyi bir Müslüman olduğunu ispat etmek için O’nun kilisesine hizmet etmen gerekir ki müslümanın tölere edilmesi ancak ve ancak din olarak tüm iddialarından vaz geçmesiyle mümkündür.
Amerika’ya karşı cihad değil, bağlılık gayreti olmalı.
Amerika’ya en iyi hizmet edecek kişi olduğun takdirde Amerika’nın iltifatına layık görülebilirsin ancak. İltifatın süresi, şekli Amerika’nın insiyatifindedir.
İşte O zaman Senin adın KHAN olur, terörist olmazsın
İşte o zaman sen zaten MÜSLÜMAN OLMAZSIN.
Benim adım KHAN değil!
Bunun için kendimi terörist olmadığıma ikna etmek için çalışmama da gerek yok. Bana terörist olmadığımı söylemeleri için beni ben yapan şeylerden uzaklaştığımı da söyleyemem. Kim ne tanımlama yaparsa yapsın fark etmez. Allah beni tanımlamış, peygamberim bana kimlik vermiş.
Ben "müslümanım".
BİTTİ.

Velhamdülillahi rabbil alemin.