24 Kasım 2015 Salı

Facebook'da Yitirdiğimiz Mahremiyetimiz

Bir gün bir adam gelir Peygamber aleyhisselam’ın evinin önüne. Tek gayesi O’nunla görüşebilmektir. İnsan bu ya acelecidir işte. Beklerken pencereden evin içine bakar. Peygamber aleyhisselam adamın içeriye baktığını öğrenince adama “eğer içeriye baktığını fark etseydim, şu parmaklarımla oyardım iki gözünü de” der.
Mahremdir evimiz, mahremimize kimse bakamaz. Allah koymuştur bu sınırı bize. Zira fıtratımıza en uygun olanı verir bize. Evimizin içini Allah’ın müsaade ettiğinden başkası göremez. Biz müslümanız elhamdülillah! Müslüman’ın müsadesi Allah’tandır, yasağı da ondandır. Zevkine göre, arzusuna göre müsaade oluşturamaz Müslüman. Zevkine ve arzusuna göre de sınır koyamaz. Bunu yapmak fıtratı bozmaktır. Namazın, Kur’an’ın, Peygamber’in hükümsüz (etkisiz) bırakıldığı yaşamlarımızda Namazı terk eden nesiller, “Kur’an’ı da terk edilmiş bir şey haline getirdiler” (Furkan:30) Sonra peygamberlerini hayatlarından çıkardılar. Sonra peygamberleri ile yaşamış olan arkadaşlarından kalanları da bir kenara bıraktılar. İslam’ın geleneğine ait şeyler yavaş yavaş terk edildi ve yerini başka davranış biçimleri almaya başladı. Fıtratı zillete düşürecek davranış biçimleri… Durum, şartlar ve hayatımızdaki araç ve gereçler bahane edilerek cevaz vermeye başlandı fıtrata muhalif şeylere.
Penceremiz bir Allah’a açıktı bizim bir de kainata. Bunun için kapalıydı pencerelerimiz, perdeliydi hep. Bir Allah’ın müsaade ettiği görürdü evimizin içini bir de güneş görürdü. Allah’ın müsaade etmediği hiç kimse bakamazdı evlerimize. Gayrısının evimizden içeriye bakması bakanın gözünün kör edilmesi sebebiydi.
Allah belirledi evlerimize bakabilecek olanları. Zira biz belirlediğimizde mahremiyetimizi ortalığa serivereceğimizi biliyordu. Nitekim bu gün bunu daha net görüyoruz. Araç gereçlerin değişmesi ile birlikte şirazemiz daha da bir bozuldu. Haramlık helallik hususunda iman ettiğimiz dinin emirleri değil yaşadığımız ortam ile kullandığımız araç ve gereçlerin sunduğu şeyleri tercih eder olduk. Allah mahremimizi korumak isterken biz mahremimizi hiç rahatsız olmadan ortaya çıkarır olduk. Allah mahremimizi korumak isterken biz Facebook’da mahremiyetimizi göz önüne serer olduk. Hatta namaz kılanımızla, Peygambere ümmet aidiyetimizi iddia edenimizle, Allah’a ilahi aşk(!) ile muhabbet beslediğini söyleyenimizle bile yapıyoruz bunları. Atalarımızın, ev yaptırırken pencerelerini birbirlerini rahatsız etmemesi için dikkat ettiklerini hayranlıkla yad ederken yapıyoruz bunları. Bir taraftan geçmişin edebini, ahlakını dillendirirken diğer taraftan önümüze gelen hayatın sunduklarını sonuna kadar yaşamaya çalışıyoruz.
Pencerenizden içeriye bakmaya çalışan birine ne yaparsınız? Haddini en şiddetli şekilde bildirir misiniz yoksa pencereyi açıp çoluk-çocuğunuzu, eşinizi-kızınızı kısaca mahreminizi izlemesi için müsaade mi edersiniz?  Hangisi?
Şimdi bu sorunun cevabından yola çıkarak bir soru soralım. Facebook’da, mahremimiz olan insanların fotoğraflarını onlarca, yüzlerce kişinin eline nasıl sunarsın? Burada iyi niyet, güven gibi laflarla yaptığımız işi masumlaştırmaya, normalleştirmeye gerek yok. Neyin peşindeyiz biz? Önce bunun cevabını verelim. Allah’ın bize bildirdiği ve Peygamber aleyhisselamın bize örnek olduğu, sahabenin ve Müslümanların bu güne kadar getirdikleri İslam geleneğine tabi olarak yaşama peşinde miyiz yoksa farkında olarak ya da olmadan zevkimizin ve keyfimizin peşinde miyiz?
Fıtratı bozulmaya başlayan tüm toplumların tutulduğu hastalığa müptela olduk biz de; kendi felaketine kör bir arzuyla tutulmak. Araçlar değişir ama o körlük değişmez. O körlük hangi araç olursa olsun onda ortaya çıkar. O körlük her araçtan tüm özellikleriyle yararlanmayı hüner bildirir. Ama asıl hüner sınırlarımızı tehdit ettiği noktada durmayı bilmektir. Bu da ya cehaletimizden ya da hizaya gelmeyişimizden dolayı çoğu zaman gerçekleşmemektedir.
Nereye bu gidiş? Sere serpe tüm ailemiz kızımız-eşimiz-annemiz Facebook’da herkesin ekranında. Bir taraftan otobüste, tramvayda, kaldırımda, markette mahremimize bakan olsa gırtlağına sarılırız bir taraftan da aynı mahremimizin fotoğraflarını facebook’da kendimiz paylaşırız. Hangi akıl tutulması bu? Yemekteyken, piknikteyken, alışverişteyken, cici bebeğimizle yanak yanağayken, tekne turundayken… vs. Teknik tabirle bu fotoğraflar “beğeni” alıyor. “Beğen”enin sayısı arttıkça paylaşan da bu durumdan daha çok memnun kalıyor.  Daha çok “beğeni” daha çok sevindiriyor. Subhanallah!!! Subhanallah!!! Subhanallah!!!   Beğenen neyi beğeniyor Allah aşkına! Eşinin, kızının, annenin, akrabalarının olduğu fotoğraflarda beğenilen nedir?
Facebook aşkları, facebook ihanetleri, facebook cinayetleri… Ailer dağılıyor, yuvalar bozuluyor, fitne ellerimizin yaptığı şeyden dolayı çoğalıyor ve etrafımızı da sarıyor. Uyarılanlar da eğlencelerine sınır çekilmesine tepki gösteriyor.
Allah’ın kıymet verdiği kadar kıymet vermiyoruz hiçbir şeye. Allah’ın kıymet verdiği şekilde kıymet vermiyoruz hiçbir şeye. Muhakkak ki “İnsanların ellerinin kazandıklarından dolayı karada ve denizde fesat çıktı. Umulur ki dönerler diye, (Allah) yaptıklarının bazılarını böylece onlara tattırmaktadır.” (Rum: 41)
Dün Peygamber Sallallahualeyhivesellem’in evine bakan adama Peygamber’in öfkelendiğinde atan kalbini ve gösterdiği tepkisini iyi anlamadıkça bu gün Facebook’da penceremizi açıp evimizi, eşimizi, çoluk-çocuğumuzu, akrabamızı, mahremimizi cümle aleme teşhir etmekten hiç rahatsız olmayacağız. Eğer Peygamberin hiddetle atan o kalbinin sesini duyamaz öfkesini hissedemezsek çok tehlikeli yerlere savrulup gideceğiz.
Biri bizi gözetliyor programlarının zihinlerimizde normalleştirdiği teşhirciliği yaşıyoruz. Gayet normal gibi görüyoruz penceremizi dışarıya açmaya.
Pencere mahremimizdir bizim. İçeriye bakmayız, baktırmayız, bakanın da gözünü oyarız. Ama namazı terk etmiş (ya da namazın ruhundan uzaklaşmış), Kur’an’ın etki etmediği, Peygamberinden ve onun ashabından habersiz yaşamlarımız bize bu durumun ne büyük sorunlar yaşatacağını hissettirmiyor bile. Mahremiyetimiz ile ilgili hassasiyetlerimiz yok oluyor gittikçe. Mahremiyeti olmayan bir aile, bir toplum ne bekler Allah’tan.
Allah sonumuzu hayra iletsin.

20 Kasım 2015 Cuma

KAPIDAKİ TEHLİKE

İşid’i eleştir, katılınmaması için fetvanı ver ama İşid ile karşılaştırarak Peygamber aleyhisselam’ın ve sahabenin cihadıyla ilgili “savunma savaşı” yaptılar deme. Bu gün Cuma. Namazdan önceki vaazında hocaefendi  “Herhangi bir tehlikeden, saldırıdan şüphelendiklerinde savaş yaptılar yoksa barıştan başka bir amaçları yoktu” cümlesini kuruyor Peygamber aleyhisselam ve ashabıyla ilgili.
1.    Herkese meydan okuyan bir söyleminiz varsa herkesin size düşman olması kadar doğal bir şey yok. Bu kendiliğinden düşmanları kapınıza yığar. Bu durumu da “savunma savaşı” diye anlatamazsınız. Meydan okunan bir şeyin savaşına nasıl savunma savaşı diye iman edeceğiz. Kabe’nin yanında kafasına deve işkembesi atılıp namaz kılmasının bile imkansız hale getirildiği dönemde “tüm Araplar bir gün size boyun eğecek” derken Tüm Arapların Peygamber aleyhisselama saldırısı mı vardı? Ama belirlenmiş bir hedef vardı. Yine aynı Peygamber aleyhisselam Hendek kazılırken açlıktan karnında iki taş bağlı olduğu halde İran’ı ve Bizans’ı müjdelemişti. İran ve Bizans’ın o gün Peygamber aleyhisselam ile bir derdi mi vardı? Yoktu ama İslam hep tanımlayan olacaktı, belirleyen olacaktı o halde düşmanlar da kapıya yığılacaktı. Eğer işin aslı hoca efendinin söylediği gibi olsaydı Endülüs’te ne işi vardı Müslümanların, Türkistan’da ne işi vardı, Açe’de ne işi vardı, Bosna’da ne işi vardı?   
Adamlar İşid üzerinden Müslümanlara sınır çizmeye kalkışıyor. Biz de bu amaçlarına farkında olmadan hizmet ediyoruz. Fincancı katırlarını ürkütmemek adına Savunma savaşı anlayışına inandığınızda ve anlattığınızda Myanmar’a desteği de, Mısır’a desteği de, Suriye’ye desteği de açıklayamazsınız. “Seninle ne ilgisi var” der adam.
2.    İşid’in yaptıklarından yola çıkarak İslam tanımlamasına gidiliyor ve Müslümanları istedikleri kalıba sokmaya çalışanların değirmenine su dökülüyor. İslam ne olduğuyla değil ne olmadığıyla ilgili tanımlamaya mecbur ediliyor. İslam İşid’in yaptığı değilse o halde İşid’in yaptığının tam zıddıdır. Yani Cihadı olmayan, herkese gül dağıtan, iddiası olmayan Müslüman tipi. Kardeş! İşid yanlış tamam da bu yapılan doğru mu? İslam, tanımlayan konumundan tanımlanan konumuna indiriliyor. Tersinden traş yapıyor adamlar. Biz de vaazda ve hutbede buna destek veriyoruz.
İşid İslam’ı temsil etmiyor amenna ve saddakna! Peki İslam’ı ne temsil ediyor, kim temsil ediyor bu sorulara da cevaplar verilmeli değil mi? Bu tanımlamayı yapmadan bir varlık ortaya konamaz.