22 Temmuz 2015 Çarşamba

Düşman Taktik Değiştirdi

“Kebkeb mismara tebdil oldu.”
Zamanların birinde çivi imal eden bir usta varmış. Ustanın da çok güzel bir karısı varmış. Adamın yaşadığı yerin valisi adamın karısının güzelliğini görmüş hayran kalmış ve kadına göz koymuş. Adamı ortadan kaldırıp kadına sahip olmak için bir plan kurmuş. Vali, çivi ustasından  olmayacak bir iş istemiş ve demiş ki: 
- Yarına kadar 300 askerimin ayakkabısı için kebkeb (kabaralı pabuç çivisi) imâl etmeni istiyorum. Adam demiş ki:
- Aman! Valim ne mümkün bir günde 300 kebkeb imal etmek. Vali demiş ki:
-Yarına kadar 300 askerime kebkeb imal ettin kurtulursun yoksa seni öldürürüm.
 Adamın bir günde yapabileceği kebkeb sayısı en fazla 20 civarındaymış. Adamcağız çaresiz ve kederli şekilde evine gitmiş. Karısı kocasındaki bu hali ilk kez gördüğünden endişe etmiş ve sormuş: Bey hayır mı şer mi nedir bu hal? Adamcağız durumu anlatmış. Kadın gözleri yaşlı, adam gözleri yaşlı sabaha kadar hem ağlamışlar hem dua etmişler. Sabah olmuş, ikisinde de korku ve keder. Adam işine gitmeye hazırlanırken kapı çalınmış. Karı- koca ikisinin de yürekler ağza gelmiş. Anlamışlar ki kapıdakiler valinin adamları. Adam kapıyı açmaya giderken karısına son kez bakmış; bir daha görüşemeyecek olmanın yüreğe oturan acısı ile.
Ölüme hazır şekilde kapıyı açmış, bakmış valinin adamları. “Kebkeb imalatçısı sen misin?” demişler. “Evet” demiş adam ve boynunu eğmiş. Valinin adamları demişler ki:  
-Bu gece valimiz öldü; mismâr (Tabut çivisi)almaya geldik.
İşte bu olay üzerine şu söz söylenmiş:
 Kebkebi mismara dönüştüren Allah,
Garip kuşun yuvasını kul yıkarsa, yapar Allah

                  *                            *                            *        

Dine düşman değerlerle kurulup dinin adını hayatın her aşamasından kaldırmaya yemin etmiş ceberrut hayat, geldiğimiz noktada dinin bünyesinde görünmesine mani olamıyorsa bu, kurulan hayatın tavanlarının yıkılması demektir. Siyaset sebep olur, sanat sebep olur, spor sebep olur fark etmez, nihayetinde dine dair görünürlük her yerde (yanlış-eksik hatta sakat bile olsa) görülmeye başlanmışsa süreç Müslümanların lehine dönmüş demektir. Zira bu süreç dine fütursuzca saldıranların artık “mış” gibi yaparak Müslümanlarla bir şekilde masaya oturmaya mecbur kalmak zorunda kaldıklarını gösterir. Müslümanların (inşallah) hayrına olacak bu süreç ancak Müslümanların dünyaya meyletmesiyle kaybedilir. Bu meylin kolaylaştırılması ve meşrulaştırılması için hem Müslüman hem kapitalist, hem müslüman hem liberalist, hem Müslüman hem şeriatsiz tipler çoğaltılacaktır. Ki süreç tersine dönsün.
Yanlış-eksik hatta sakat din/dindar görünümleri bilinçli olarak artırılarak; şeriatsiz bir din, İslamsız bir Müslüman türetilecek. Süreci tersine çevirmek isteyenlerin bu vakitten sonraki en büyük uğraşı, şeriatsiz bir din, İslamsız bir Müslüman türetmek ve bunu hakim kılmak olacaktır. Nuh’un şeriatinin olmadığı Nuh’un gemilerini yüzdürecekler, övgüde aşırılıkta sınır tanınmadığı bir peygamber modeli çıkarırlarken bir taraftan da aynı peygamberin hadislerini geçersiz kılmaya çalışacaklar. Bir taraftan tazimde bulunulurken bir taraftan hadislerini hükümsüz kılmaya çalışarak O’nu çarmıha gerip hep orada tutarak hayata müdahale etmesine mani olmaya çalışacaklar. Kısaca şeriatini yitirmiş bir Müslüman ortaya çıkarmaya çalışacaklardır. Zira şunu gördü ceberut hayat; artık müslümanı dünyadan elini eteğini çekmiş, dağda taşta “hu” çeken, kendi halinde biri olarak anlatamayacak.
Mayası din olan bu topraklarda dini söküp atamayacağını gören ceberrut hayat dini, görünürde var ama müdahalede hükümsüz kılmak için medyasıyla, eğitimiyle, harcama biçimiyle, eğlence biçimiyle çabalayacaktır. Daha çok da kaybedilen gücün acısıyla kıvrandığından dolayı çabalayacaktır. Zira görünürde olan dine bile sabredemiyor ama yapacak bir şeyi yok. Dinin hakim olduğu hayatta çektiği acıları yeniden hatırlamaya başlamış olduğundan bütün hınçla dini, aklı, nesli, malı ve ırzı bozmak için saldırılarını artıracaktır. Fakat bu sefer farklı bir durum var. Düşman bu kez taktik değiştirerek geliyor. Dini, asli hüviyetinden ve ruhundan uzak, içinde fitnelerin, mezhepleşmelerin çoğaltıldığı bir hayatın içinde sunmaya başladı.
Gerçekte hem ceberut hayat hem de dinin yoğurduğu hayat acı çekiyor. Biri kaybettiği zemin için diğeri “aslından uzaklaştırılarak” dile getirildiği için. Her iki tarafta acı çekiyor ama acıya kim dayanırsa o kazanacak. Bunu Müslümanların tavrı belirleyecek. Müslümanların tercihleri kendi geleceklerini belirleyecek.
Şu var ki Allah hükmünü vermişse hangi tedbir alınırsa alınsın engel olunamayacaktır. Allah dilediği kullarını dilediği şekilde destekleyecektir.
Allah acılar ve çilelerden sonra kullarına merhamet etti de bir zamanlar karanlıkta sakladıkları dinlerini en tepede temsil edilir hale getirdi. Bu Allah’ın gücüdür, bir adamın, bir grubun, bir aklın ürünü değildir. Okunmaktan korkulan ve saklanan kitabın, bu gün rahatça her tarafta okunmasına ses çıkarılamıyorsa bu durum ceberut hayatın tepesine düşen “gök taşı”dır.
Allah kebkebi mismara tebdil eyledi…
Allah kendine düşman olanların ocaklarında bile kendi ateşini yakar da buna kimse mani olamaz. Tarih Allah’ın elindedir. İnsanlar Allah’ın elindedir. Kainat Allah’ın elindedir. Allah’a rağmen bir şey olmadı şu kainatta olmayacak da. Allah’a rağmen bir yerde durmaya çalışan da kalamayacaktır orada.
Şu halde Müslümanlar da Allah’a rağmen bir yerde kalamayacaktır. Allah’ın kullarına verdiği bu hayırlı süreci aleyhlerine çevirmek ancak Müslümanların dünyaya rağbetiyle olacaktır. Hükümlerinden soyutlandırılmış dini, hükümleri apaçık ortada duran dine tercih ettikleri oranda ibre Müslümanların aleyhine dönecektir. Yine de Allah bu dönemde Müslümanların hayrına olacak her şeyi herkesin çabasını toplayıp sonraki nesillere hazırlık olarak yazacaktır. Aslında tüm bu olanlar Allah’ın hükmünü vereceği o gelecek zamana hazırlıktır. O gün hükmü belli din hakim olacaktır bunu vaat ediyor Allah. Ama o zamana kadar görmek istemeyeceğimiz dindar tipler, alim tipler, giyinik çıplaklar, Allah’ı umursamayan Müslüman tipler, kitaba muhalif fikirler, peygamberine muhalif düşünceler, geleneğine düşman yeni nesiller ortalıkta dolanıp duracaktır. Ve hatta rağbet oluşturulacaktır. Bunlar hükümlerinden soyutlandırılmaya çalışılan dinin düşmanlarıdır. Bunlarla mücadele şart. Çünkü şeytan bunları ve daha nicelerini kullanıyor dini hükümsüzleştirmek için.
Ceberrut hayat, “madem ki dinden kurtuluş yok o halde o din ifsat edici bir hale gelsin” diye çabalıyor. Allah düşmanları dine saldırarak değil dinde ifsat çıkararak hedefe varmaya çalışıyor artık. Yani düşmanlıkları artık dinin karşısında durarak değil dinin yanındaymış gibi görünerek oluyor. Bu, düşmanın taktik değiştirmek zorunda kaldığının göstergesidir. Eğlencelerinde, filmlerinde, dizilerinde bile “din” vazgeçilmez unsur haline gelmişse bu, taktik değiştirmenin en bariz örneğidir. Dini figürler, dini söylemler çokça kullanılmaktadır artık. En büyük prodüksiyonlar bile dini figürlerle yapılmaya başlandı. Ama garip olan bu kadar dini söylemin, bu kadar dini figürlerin olmasına rağmen Allah’ın ve Rasulü’nün tasvip edeceği bir Müslüman tipi hala ortaya konulabilmiş değildir. Konulmayacaktır da… Çünkü; bunlar din değildir dinden de değildir. Bunlar ifsattır. Bilinçaltına atılan fitnelerdir. Hakikatin anlaşılmasına mani durumlardır. Bunlar müslümanı tuzağın içine çekme çabasıdır. Bunlar Kur’an okunmasına ses çıkartmayan ama hiçbir şey anlaşılmaması için de beyinlerde ve ruhlarda gürültüler kopararak okunan Kur’an’ın önüne geçme çabasıdır. Bunlar Kur’an’ın, şeriatin, hadislerin, sahabenin izlerini tüm hayatımızdan silip atarak hepsini, işimize rengini veremeyecek kadar kullanım dışı hale getirme çabasıdır. Bunlar dini tatsız, kokusuz, renksiz bir hale getirme çabasıdır. Bunlar bir taraftan Kur’an okumayı kolaylaştırırken diğer taraftan okunan Kur’an’ın, okun boğazı delip geçip de hiçbir iz bırakmaması gibi hayatın her safhasından izlerini silme çabasıdır. İşte bunun için din ile ilgili alana herkesin algısını, “Müslümanların zaferi” şeklinde değiştirecek kadar yoğun ve ürkütücü harcamalar, çalışmalar yapılıyor.
Yapılan bütün bu büyük çalışmalardan istenen tek şey vardır. Masaya oturmak zorunda kalınan müslümanların anlayışının köklerine ulaşamaması. Ulaşırlarsa korktukları şeyle karşı karşıya kalacaklardır. Bu korkudan emin olmak için sürekli algı oynamalarına gidiyorlar. Bu algılarla Müslümanları kendi içlerine hapsedip, kendi kendileriyle uğraşır hale getirip adım atmalarına mani olmayı amaçlıyorlar.
Müslümanlar adına kalıcı zaferler değil elde edilenler; yarın elden çıkabilecek küçük kazanımlardır. Durumun değişmesiyle elden çıkabilecek küçük kazanımların kalıcı zaferlere dönüşmemesi için her türlü önlem alınmaya çalışılıyor.
Ortada oynanan büyük bir oyun var ve bu oyun dini hükümsüz, müslümanı İslamsız, Nuh’u gemisiz, Muhammed aleyhisselamı miraçsız ve şeriatsiz kılmak amacındadır.
Dillerinin söyledikleriyle yaşadıkları birbirinden tamamen uzak inanmışlar, geleneğine ne için olduğunu bilmediği tepkiyle karşı duran gençler, dedelerinden kalan imana varis olmayı zillet gören yeni kuşaklar, okuduklarını yüz kere okusalar da bir fıkha varmayı bilmeyen okumuşlar vs. görmek en çok arzuladıkları şeylerdir.
Düşman taktik değiştirdi. Artık gavura hayran müslümana düşman nesiller değil; hükümsüz bırakılmış dinle kendini kandıran inanmış (!) nesiller yetiştirmeye dönüşmüştür iş.
Allah tarihi tersine çeviriyor (günleri evirip-çeviren O’dur). Böyle bir dönemde Müslümanların yönü önemlidir. Allah onların azimlerine göre işlerini kolaylaştıracaktır. Kiminin evini hikmetin anıldığı bir ev haline getirme azmi, kiminin işindeki dürüstlük azmi, kiminin okulundaki ahlak ve hakiki ilme ulaşma azmi, kiminin neslini koruma azmi, kiminin iyi bir namaza sahip olma azmi, kiminin vakitlerinde ve işlerinde Allah’ın hatırını gözetme azmi vs. Tüm bu azimler Allah’ın katında durumu lehe çevirecek işlerdir. Her kes gücünün yettiğini, imkanının elverdiğini yapacaktır.  
Fil Suresi bize ne güzel örnektir. Tüm gücüyle toplanıp gelseler de Allah onları emellerine ulaştırmayacaktır. Allah’ın korumasına girmiş olan bir yerde Allah’ın kullarına yok olup gitmek yoktur. Burada Allah’ın kullarının korkmaya ve endişe etmeye de hakları yoktur. Yapılacak iş kendi imkanınca azim ve gayret ile çabalamaktır. Gerisi Allah’a kalmıştır.

Belki çoğumuz takılıp kalacak bu tuzaklara ama Allah’ın kendilerini destekleyeceği ihlas sahibi birileri mutlaka çıkacaktır. İşte bu dönem onların hayrına olacaktır. Geleceğin inşası da onlarla olacaktır; tuzakların içinde yaşadığı halde hükümsüz bırakılmış dinle kendini avutanlarla değil.

7 Temmuz 2015 Salı

Ebu Talibe Olan Şaşkınlığımız

Bulunduğu arkadaş çevresinden dolayı sigara içmenin, okey oynamanın, tavla oynamanın camiye girip namaz kılmaktan daha tercih edilebilir ve normal olduğu bir hayata sahip olan kimse tavla, okey, duman ortamlarındaki arkadaşlarının “ne o len hoca mı oldun?” deyip değişimiyle alay etmelerinden çekindiği için boş verin camiye gitmeyi, namaza başlamaktan bile çekiniyorsa, bir kız çevresinin etkisiyle giyim kuşamında mahremiyeti ön plana çıkaramıyorsa Ebu Talib’in “Mekke’nin kadınları ne der?” diyerek yeğeninin getirdiği dini reddetmesine şaşmamak gerekiyor.
Bu durum Ebu Talib’de kalmış onunla birlikte toprağa gömülmüş gitmiş bir durum değildir aksine her an canlı ve kendini yenileyen hücrelere sahip dinamik bir durumdur. Kendi hayatlarımızda bu dinamik durumla hesaplaşmadan Ebu Talib’in “Mekke’nin kadınları ne der?” sözündeki çevre etkeninden ne anlaşılması gerektiğini idrak edemeyiz. Üstelik bu durumu Ebu Talib’e hiç yakıştıramayız ve hiçbir okuyuşumuzda, hiçbir dinleyişimizde şaşkınlıktan kurtulamayız. Bu şaşkınlığa cevap bulamamamız bile çevremizin bize tanımladığı kimliği “şahsiyet” edindiğimizi göstermiyor mu bize.
Şüphesiz ki Ebu Talip Müslüman olmadı ama hep şerefli ve ahlaklı bir adam oldu.
Ebu Talib’in hayatı da bizim hayatımızdan farklı değildi. Onda iman sorununu ortaya çıkaran şey bizde iman ile birlikte ahlak sorununu ortaya çıkardı. 

1 Temmuz 2015 Çarşamba

Hududu Bekleyen Göz

“İki göz vardır, onlara ateş değmez: Allah için ağlayan göz ile Allah için hudut bekleyen göz” Tirmizi

Hudut; Allah’ın bize verdiği bizim de sahip olduğumuz şeylerin sınırıdır.
Nefsimiz, ailemiz, çocuklarımız, kazancımız, işimiz, paramız, ahlakımız, elimiz, dilimiz, gözümüz, ilişkilerimiz…vs Bunların hepsinde bizim hudutlarımız vardır. Bunlarda hududu olmayanın Allah katında yeri yok zaten.
Mü’min kul bunların her biri için bir nöbetçidir. Hudut görevlisi gibi endişeli, hudut görevlisi gibi dikkatlidir. Her tehlikeyi gözetleyen uyanık bir gözle bakar durur.
Hudut görevlisi rahat davranamaz, hudut görevlisi boş veremez, hudut görevlisi işini başkasına emanet edemez.
Mü’min nefsinin etrafında dolaşan tehlikelere karşı kendini kollar tedbir alır. Eğlence arzusunu bir kenara çeker. Öncelik nefsin sadeliğini, fıtrîliğini korumaktır.
Mü’min ailesini, çocuğunu, neslini dışarıdan gelecek her türlü fitne ve günah unsurlarına karşı korumaya çalışır. On kuşak sonrasında bile şeytanın müdahalesinden korkar 10 kuşak sonrasını koruyacak tedbirler alır.
Mü’min kazancının biçimini ve mahiyetini hep süzgeçten geçirerek haramın kazancına dahil olmasına mani olur. Müminin haram endişesi kazanma endişesinden daha büyüktür. Bu yüzden kazancında en ufak bir haram hareketi olsa alıcı kuşlar gibi onu takip eder. Zira bilerek yenen bir haramın 10 kuşak sonrasını tahrip edecek boşluklar oluşturduğunu bilir. Kazancını, keyfiyete ve şımarıklığa telef ettirmez, kendisi ve ailesi için ve kazancında hakkı olanların geleceği için kullanır.
Mü’min ahlaklıdır. İnsanların ve şeytanların, ahlakını bozacak, iffetini bozacak işlerine meyletmez, onlardan gelebilecek tehlikelere karşı sabırla, namazla rabbinden yardım ister. Okuduğu önemli bir haberin bile kenarına küçücük ahlaksız bir görüntünün ya da ifadenin iliştirilerek iffetine zarar verebileceğini bilerek okur haberini. Kulağına gelen bir nağme ya da sözün ruhunu atalete, isyana, karamsarlığa ve hissizliğe itmesinden endişe ederek o şeye kulağını tıkar.
Mü’min ilişkilerinde attığı her adımı, konuştuğu her sözü hesap eder. Kurduğu ilişkiler nedeniyle kine, nefrete, öfkeye, zillete, düşmanlığa, sapkınlığa vs. düşmekten Allah’a sığınır. Gerekirse çok gülmez, gerekirse herkese gülücük dağıtmaz, gerekirse sınırlar çizer, her lafın ardından gitmez ki böylece saydığımız bu facialar onun hudutlarını aşıp hayatını ipotek altına alacak olumsuzluklar yaşatmasın.
Kısaca mü’min hudut görevlisidir. Sahibi olduğu şeylerin ve Allah’ın emanet ettiği şeylerin hududunu koruduğu sürece ateşten uzaktır inşallah. Bu dert üzere “ölürse de kıyamet gününe kadar bu ameli işler gibi ecir kazanacaktır inşallah”
Mümin hudutlarını koruyabildiği kadar güçlüdür.
Mü’min hudutlarını koruyabildiği kadar huzurludur.
Mü’min hudutlarını koruyabildiği kadar Allah’ın garantisindedir.