21 Şubat 2014 Cuma

SAMİMİYET SAFI KURMAK

Hepimiz Allah Azze ve Celle’nin kuluyuz ve hepimizin samimiyetine de o karar verecek.
Bizim kalbimiz O’ndan başkasına ait değildir. Kalbimiz O’nunla yumuşar O’nunla huzura erer. Bizim samimiyetimiz budur.
O’dur bizim tek samimiyet göstergemiz. Kendimizi ne kadar yakın hissedersek O’na, öylece samimiyiz işte. Ne yaptık da uzak kalmışsak O’ndan, kabahatimiz de odur işte.
O’nsuz hayatımızın bir kıymeti yok bizim. Evimizin, eşimizin, aşımızın, çocuklarımızın yani sahip olduğumuz hiçbir şeyin kıymeti yok tadı da yok O’nsuz. Samimiyetini Allah’a ispat etmiş bir kulun samimi olması için başka kulların onayına ihtiyaç var mı? Bunlar yeterli değil mi?
Biz samimiyetin ifadesinin Allah’la irtibatımız olduğunu biliriz ve tutacağımız en kuvvetli bağın o olması gerektiğine inanırız. Tezahür eden durumları da samimiyetin tecelli ettiği farklılıklar olarak görürüz; sorgulamayız kimsenin samimiyetini.
Biz O’na muhabbetten başka bir samimiyet bilmeyiz.
Biz hırsızı hırsızlık üzerinde görürüz de “Vallahi ben yapmadım” deyince bırakıveririz. O’nun adıyla yemin etti ya hırsızın yalanına bile kanar gözümüzün gördüğünü yalanlarız. Sırf Allah Azze ve Celle’nin ismine olan muhabbetimiz için.
Yoksa O’nun muhabbetine olan samimiyetten başka nedir bizi O’nun ismiyle aldatacak.
Allaaah! diyorsa kul, bırakırız kalplere hükmeden verir samimiyet kararlarını. Allah’ın yalancılıklarını ayyuka çıkardıklarına da cahillik edip teslim etmeyiz kendimizi.
Kulları samimiyetlerini ispatlatmaya çağırmaya hakkımız yok bizim. Bir gün gelir Allah bir olay ile, bir kişiyle yahut herhangi bir şey ile deneyiverir de kimin samimi kimin sözünde yalancı olduğunu ortaya çıkarıverir. Kimseye de söz bırakmaz. Önemli olan o gün Allah’a yakın olanlardan olmaktır, buna çabalamaktır; Allah’a samimiyet safları oluşturmak değildir. Geçerli olan kulların değil Allah’ın kurduğu saftır. İnsanları samimiyet derecesine göre saflara koyanların yaptıkları safları Allah darmadağın ediverir.
Biz “Allah rızası için” diye el açmış kişilere çoğu zaman imkanımız dahilinde düşünmeden paramızı çıkarıp vermiş insanlarız. “Yahu bu adam yalancı baksana halinden belli” diyenlere de aldırış etmemişiz. Neden? Dedi ya “Allah Rızası için” diye… Bizim yaşam gayemiz, tüm fedakarlıklarımız bunun için değil mi? Değil mi ki “Allah Rızası” biz O’nun muhabbeti için aldatılmayı bile göze alırız.
Aynı işten biz alır gideriz Allah’ın rızasını evimize; otururuz çocuklarımızla soframıza. Yalancılar da sarar gider odunlarını kendilerini bekleyen ateşlerine.
Ruhumuza hitap edene meylederiz biz.
Samimiyet, sadakat testine tabi tutamayız insanları; biz sadece samimi oluruz, olmaya çalışırız. Bize düşenin bu olduğuna inanırız.
Biz kulları kendi çemberimizden geçirmeye çalışamayız. Çemberimizden geçenlere samimiyet dağıtıp çemberimizde takılıp kalanları samimiyetsizlikle lekeleyemeyiz.
Biz Allah’ın bize yüz çevirip lanetlemesinden korktuğumuz için haramlardan kaçarız. Biz O’nun muhabbetinden zerre kaybetmemek için sevdiğimiz şeylerden bile fedakarlık ederiz. Bu bizim (çoğu zaman hatalar da yapsak) içimize huzur veren samimiyetimizdir. Kimisi şundan kimisi bundan ama mutlaka fedakarlık yaptığımız şeyler vardır bizim.
Bizim fedakarlık yaptığımız şeyden fedakarlık yapmayan kimseleri gördüğümüzde onların samimiyetsiz olduğuna değil onların da fedakarlık yaptığı başka bir şeyin olduğuna iman ederiz biz. Böylece “insanlar hakkında iyi düşünmekten başka hiçbir farklı amelim yok benim” diyen sahabe gibi cenneti hak etmeye çalışırız.
Bazen istenmeyen bir şekilde gördüğümüz ve sakalıyla ilişkilendirip ahlaksızlıkla, sahtekarlıkla suçladığımız sakallı bir kulun o sakalı yüzünden memuru olduğu devlet tarafından diyar diyar sürüldüğünü ama asla onu kesmediğini bilmeyiz. Hemen O’nu arka safa atıveririz.
Gece namazındaki yorgunluğundan dolayı her sabah biraz fazla uyuyarak kendini dinlendiren bir kulu “kiriş gibi” yatmakla kınamak Allah’ı öfkelendirir. Görünmeyen zamanına vakıf olamadığımız bir kulun görünen zamanına bakarak kolayca eleştiri getiremeyiz biz. Bu “hayırsız” işten hayır umamayız. Bu hatadan “samimiyet safı” kuramayız biz. Yoksa Rabbinin ön safa geçirdiği hatta “mağfiret dileyin kulum için” diye meleklerini kendisine vazifeli kıldığı kulunu safın en arkasına savurup atarız.
Biz görünenin dışında bir de görünmeyen olduğuna iman eder ve kulların Allah katındaki değerinin bizim gördüğümüzün dışındaki halleriyle de değerlendirileceğine inanırız. Asıl saf kurma yetkisi elinde bulunanın “görüneni ve görünmeyeni bilen Allah” olduğunu biliriz. O’nun kurduğu safta yer almaya çalışırız.
Seneler sonra çocuğunu büyütüp de gelen onca seneye rağmen ve o çocuğuna rağmen Allah’a temizce gitmeyi arzulayarak recm cezasına razı olan kadının samimiyetinden bir parça vardır bizde. Ve o kadının samimiyetini sorgulatmayan Peygamberden bir ahlak var bizde. Biz günahkar da olsa samimiyetleri sorgulamayan bir ümmetiz.
Samimiyetleri sorgulayarak kulları saflaştırmayız biz.           
Samimiyetlerden şüphe ederek şeytana fitne ateşi sunmayız biz.
Samimiyetlerden şüphe ederek kafire fırsat vermeyiz biz.
Çünkü müslümanız biz.

Elhamdülillah.