Ebu Bekr’den aldığımız mirasımız çoktur bizim. O’ndan kalan
zenginlik tüm ümmeti doyuracak kadar büyüktür elhamdülillah.
Bize bıraktığı iki mirasdan birincisi; Dini için ettiği
zararı fırsatını bulunca tazmin yoluna gitmemesi oldu. İkincisi; umut oldu,
köleleri, borçluları “kendi hallerine bırakmadı”.
Birinci Mirasımız. Ebu Bekr radıyallahuanh Bilal’e
işkence eden Ukbe bin Ebi Muayt’a “neden yapıyorsun bu eziyeti” deyip yaptığı
işten vazgeçirmeye çalışır. Ukbe “o kadar düşünüyorsan satın al bu pis köleyi
de kurtar” der. Ebu Bekr de elinde bulunan en güçlü en becerikli kölesini verir
ve karşılığında Bilal’i alır. Sonra da azad eder. Yani dini için fedakarlık
yapmıştır. Dininden dolayı bir köleyi alıp dünyalık işlerini en iyi yapan en
becerikli, güçlü kölesini bedelsiz vermiştir. Dünyalıkları adına kayıp ahireti
adına büyük bir kazanç oldu.
Ebu Bekrin bu şekilde ipten aldığı boyun çoktur.
Feda ettiği şeylerin hiçbirisinin tazminine gitmedi. Ne
Mekke’de ne Medine’de ne de halifeliğinde. Yani “ben bu dine yardım ettim,
eziyet çektim, servetimi harcadım, yokluk çektim” deyip imkanlar eline geçince
cebini doldurmaya çalışmadı. Halifeyken bile buna yeltenmedi. Mekke’de
Bilalleri kurtarırken yaptığı fedakarlığın zirvesine halifeliğinde ulaştı. Yani
sonu başlangıcından daha fedakar bir adam oldu. Meselemiz fedakarlıktan zarar
tazminine doğru giden anlayışın müminin ahlakı olmadığını ifade etmektir. Dini
için bir zamanlar yapılan fedakarlığın ki bu fedakarlık maddi sıkıntı da olabilir,
elinden alınmışlık da olabilir, eziyet de olabilir, boyunlardaki ipleri koparma
sonucu elde avuçta bir şey kalmamışlık da olabilir her ne olursa olsun zarar
tazminine gitmeyen müminin Allah’ın razı olduğu kul olduğunu ifade etmek. Mümin
İman ettiği şey için yaptığı fedakarlığı iman ettiği şey güç sahibi olunca onun
bedelinin iadesini istemez. Zararının karşılanmasını istemez. Yani ayrıcalık
isteyemez. Yani farklı muamele istemez. Fedakarlıklarının kendisine belirgin
bir iltifat olarak dönmesini istemez. Kendini ayırıcı bir kefeye koyamaz.
Herkesin tartıldığı teraziden başka bir ölçü istemez. Ebu Bekr olmak böyle bir şey işte. Mekke’sini
de, Medinesini de, Hilafetini de fedakarlığa adamak ama bir kez olsun bunun tazminine
gitmemektir. Bir kez olsun“Bir enayi ben mi varım” diye içinden geçirmemektir.
Karşıdaki mümin kardeşiyse bir kez olsun bile aleyhinde bir şey düşünmeden onu
boynundaki ipten kurtarmaktır.
Ebu Bekr bu ahlakı peygamberinden öğrenmişti. Peygamber
olmadan önceki tüm mülkünü feda eden peygamberinden. Mekke fethedilip
kovuldukları şehre zaferle girdiklerinde gasbedilmiş mülklerini talep etmeyen
paygamberinden öğrendi.
Mekke fethedildiğinde herkesin merak ettiği şeylerden
biri de eskiden sahibi oldukları ama hicretle birlikte geride bırakılan evleri,
mülkleri ile ilgili tavırları ne olacaktı. Bu duruma Peygamber aleyhisselam
“Akil bize bir şey mi bıraktı” diyerek son noktayı koyuyordu. Hiçbir mümin
imanı için yaptığı fedakarlığın tazminine gitmeyecekti. Hicretten önce bırakıp
gittikleri mülkleri müşrikler tarafından gasp edilmişti. Mekke fethedilince
bunların hiçbirisine de dokunmayacaklardı. Zira Akil’in alıp götürdüğü Allah’ın
kullarından talep ettiğiydi.
İmanı için yapılan fedakarlığın zararını tazmin etmeye
kalkan Peygamber aleyhisselama nasıl dost olacak?
İmanı için yapılan fedakarlığın zararını tazmin etmeye
kalkan Ebu Bekr radıyallahuanha nasıl dost olacak?
İmanı için düştüğü durumun, şartların hesabını
insanlardan sormaya kalkışanlar Ebu Bekr’deki samimiyeti nasıl bulacaklar
kendilerinde.
Bu dünyada alacak hesabı yapıp yaptığı fedakarlığın
karşılığını almaya kalkışanlar, düştüğü halin
bedelini ödetmeye çalışanlar ahirete ne bırakacaklar.
İkinci olarak; Bilali kurtardığı gibi kurtardığı çok da
köle vardı. Ebu Bekr adamlığı; bunların hiçbirisinden karşılık beklemeksizin karşılığını
rabbinden beklemektir, parayı veren benim deyip hesabının peşine düşmemektir.
Mesela İpini boynundan kestiği hiçbir bir borçluya hesap sorar gibi
yaklaşmamaktır.
Ebu Bekr kölelerin mazlumların kendilerini kurtaracak
umut eli oldu. “Herkes başına gelenle uğraşsın bana ne” demedi. Boyunlardaki
esir eden ipi kesmeyi bildi. Borçlunun boynundaki ipi almasını da bildi. Umut
olmuşsa umut olarak neyse kendisinden beklenen onu gerçekleştirdi. Neden köle
durumuna düştüğünü sorgulamadan neden borçlu kaldığını sorgulamadan borçlunun- kölenin
boynundaki ipi kesiverdi. “Herkes boynuna ipi nasıl taktıysa kendisi çıkarsın”
demedi. Boynunda ip olana bakışı farklıydı. Karşısındaki Mümin ise başka bir
şeye bakmıyordu. Boynuna ip geçirilmiş kimse müminse ve kurtarma imkanı varsa
“önceden ne hata etti de bu ip boynuna geçti bakalım” demedi. Öncesini sorgulamadı sonrasına çare oldu.
Köle olan neden köle
olur? Kazananın yerinde olmadığı için. Belki de bir başkasını köle olarak esir almak
isterken kendisi köle oldu. Borçlanan neden borçlanır? Elbette bir takım yanlış
kararlardan. Doğru kararlarla borçlu kalan kimse olur mu hiç? Olsa bile bin
kişiden kaç tanesinde olur. Yüz kişiden kaç tane olur. Allah borçluyu düştüğü
zor durumdan kurtarman için gönderir kapına “neden borç yaptın” diye fırça
attırmak için değil. “Akılsızlığının derdini, yükünü ben mi çekeceğim” deyip
onun daha da kapına gelmemesi için savuşturman için değil. Umut olmaya en yakın
olduğun içindir. Umut olmuşsan üzerine düşen de vermektir. Ebu Bekir gibi
onlarca köleyi azad edip onlarca borçluyu (Allah’ın izniyle) hayata
bağlamaktır.
Umut olmuşsanız kapınıza gelen çok olacak. Kimisi bir
sebepten kimisi diğer sebepten. Kimisi fazla hırstan borçlanıp kapınıza
dayanacak kimisi akılsız işlerinden dolayı kapınıza dayanacak kimisi de
hakikaten emek çektiği işte fedakarlığının sonuna gelip artık bir şeyi
kalmayınca gelecek. Ama hepsi de bir sebepten boynunda ip ile gelecek. Ebu
Bekir olmak ile olmamak arasındaki çizgi gösterdiniz tavra göre çizilecek.
Allah ondan razı olsun...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder