İslam hakikatin dile gelişidir.
Dile gelmemiş, diyecek sözü olmayan İslam olmaz. Her döneme, her yere, her
kesime, her yaşa diyecek sözü olandır İslam. Susmaz ve kenarda kalmaz. Hayır adına bir şey söyleyemiyorum öyleyse
susarım diyemez. Sanki susmayı bir tercih hakkıymış gibi kullanamaz. “Allah’a
ve ahiret gününe iman eden ya hayır konuşsun ya da sussun” demek; söyleyecek
sözünüz hayır olsun, hayır adına söyleyeceğiniz yoksa (o anlık) susun ama ondan
sonra söyleyecek sözünüz mutlaka olsun demektir.
Susun diyen bir din değildir
bizim dinimiz. Susun diyen bir peygamber değildir bizim peygamberimiz. “Kalk ve
uyar” diyen Rabbin “sus” diyen peygamberi olur mu hiç. Hayatını anlatmaya, açıklamaya
adamış bunu cihad bilmiş bir peygamberin konuştuklarında susmaya ilişkin bir
şey olabilir mi? Susma hakkını kullanıyorum diyebilir mi mümin bir kul. Allah’a
iman ettim diyen bir kulun susma hakkı olabilir mi?
Susma hakkını vermiyor bu
hadis. “Susmak” müminin sıfatı değildir.
Ağzını kapa kenara çekil demiyor.
Diyor ki; Hak olan sözün bittiği yerde başka bir hak söze geçinceye kadar sus.
Boş konuşma, boş konuşarak da boşluk oluşturma. Yani konuşma sürekli susma ise
geçicidir. Yani mü’min her an faaldir. Durağanlık ise geçicidir.
Bu hadisten yola çıkarak konuşmama
hakkı ihdas edemez hiçbir mümin. Kalbine iman girmiş bir kul susar mı? Kalbine
iman girmiş bir kul söyleyecek bir sözü olmadan şu dünyadan göçüp gider mi? Birinci
vazifesi şahitlik yaptığı şeyi dile getirmek olan mümin kul Allah’ın kendisine
bahşettiği nimetine şahitliğini ızhar etmeden Allah’ın huzuruna varmayı
düşünebilir mi? Az ya da çok bildiği, şahitlik ettiği şeyi dile getirir mümin.
O’nun konuşmama diye bir hakkı olamaz, şahitlik yaptığı hakikatleri söyleme
vazifesi vardır onun. Vazifeli adamın vazifeli olduğu şey hususunda yapmamak
gibi bir tercih hakkı olabilir mi?
Kur’an’ın bize anlattığı hiçbir
mümin karakter susanı temsil etmez. Peygamberler, Ashab-ı Kehf, Ashab-ı Uhdud,
Mü’min adam, bahçe sahibinin (uyarıcı)arkadaşı, sıyrılıp kurtulduğu arkadaşını
ateşin ortasında gören cennetteki kişi, şehrin diğer tarafından koşup gelen ve
uyarıcılara tabi olmamızı söyleyen cennete girdirilen kişi… Tüm bu örnekler
bize hayır konuşmamızı farz kılıyor. Hatta Kur’an’da anlatılan sessiz kalışlar bile…
Mesela; Zekeriya aleyhisselam ve Meryem’in sessiz kalmaları bile bir duruşu,
söylemi temsil ediyor. Susmaları bile bir şeyler söylüyor insanlara.
Peygamberlerin hepsi bir duruş
sahibiydiler. Söyleyecek bir şeyleri vardı. Vahiy geldi peygamber oldular.
Mevdudi’nin peygamber aleyhisselam ile
ilgili söylediği şu söz ne güzeldir: “Eğer o peygamber olmasaydı ben O’nu yine de severdim.” Neden? çünkü
kokuşmuşluğa, zillete, ahlaksızlığa, zulme karşı bir duruş sergiliyordu. Eşi
Hatice anamızın dediği gibi “Allah seni mahzun etmez zira sen akrabana iyilik
eder, yetimi kollar, fakire verir,
insanlara iyilikte bulunursun.”
Bu söyleyecek sözü olanın lisanı hal ile söylem biçimidir. Vahiy geldi
de Allah O’na tüm hakikatleri insanlara duyurmayı nasip etti. Nasıl ki vahiy
kavimlerinin söyleyecek sözü olanlarına geldiyse bu din her dönemde söyleyecek
sözü olanlar tarafından temsil edilecektir.
Mü’min kul; Kınayanın
kınamasından dolayı kenarı çekilemez. İmkânları oranında hakikatin şahitliğini yapar.
Mü’min kul; İlim sahibi
olmadığını söyleyerek “ne söylersem yanlış olur” deyip kenara çekilemez. Allah
ondan her şey hususunda söz söylemesini istemiyor ancak bildiği şey hususunda
söz söylemesini istiyor.
Mümin kul bilmediği şeyi
söylemez… Hakikate şahitliğini yapacak ama bilmediği şeye de şahitlik
yapmayacak. Onu bilenlere bırakacak. Ashab, tabiin bize bu hususta en güzel
örnektir.
Mü’min bulunduğu ortamı boş
bırakmaz, boşluğa terk etmez. Şu bir gerçektir; hakikatlerle meşgul edilmeyen
zamanlara ve mekanlara şeytanlar tüner. Şeytanlar adamlarını salar da onları
cahil cahil konuşturur. Mümin’in (olmayan) susma hakkını kullandığı mekanlarda
cahillerin lakırdıları duyulur.
Mümin kul söyleyecek sözü olandır
derken her yerde söylenip duran deli ya da meczup gibi olmasını da
kastetmiyoruz. O Allah’ın hakikatler üzerine kıldığı şahididir. Şahitlik
yaptığı şey nasıl nitelikli ise bunu dile getiriş biçimi de nitelikli
olmalıdır. Usulünü de yolunu-yordamını da peygamberinden almalıdır.
“Sus” diyen dinin dili bağlı
adamları değiliz biz. “Kalk ve uyar” diyen dinin şahitleriyiz. Bildiğimiz
kadarıyla şahidiz, anladığımız kadarıyla şahidiz, ibadetlerimiz kadar şahidiz,
imanımız kadar şahidiz az ya da çok ama şahidiz. O halde hepimiz şahitliğimizi
yerine getirmeliyiz. Şahit olduğumuz hakikat hususunda konuşmama ya da yapmama
hakkımız yok.
Müminsek dünyaya söyleyecek
sözümüz olmalı ama önce evlerimize… Önce evlerimize söyleyecek sözümüz,
sözlerimiz olmalı. Evimize, ailemize dair diyecek sözümüz yoksa hiç kimselere
bir şey diyemeyiz.
Hayata dair, nesillerimize dair,
yiyeceklerimize, giyeceklerimize, vakitlerimize, komşuluk ilişkilerimize,
arkadaşlarımızla ilişkilerimize, işlerimize, kazançlarımıza, okuduklarımıza, izlediklerimize, dinlediklerimize dair söyleyecek bir
sözümüz yoksa tüm bunlara ilişkin başkalarının sözlerini dinleyeceğiz demektir.
Bizim söyleyemediğimiz her şeyle ilgili olarak başkaları söz söyleyecek biz de
öyle zannedeceğiz. O halde mümin iman ettiği oranda söyleyeceği olan kişi
demektir ve söyleyecektir. Bazen söylemek illaki de dil ile olmaz. Hal dili de söylemdir.
Namaza çağıran müezzinin ezanı nasıl ki namaza çağıran bir söylemse camiye
giden kulun adımları da namaza dair söylemdir. Camiye giderken bunu dil ile
söylemesine gerek yok. Onu camiye giderken gören gözler buna şahitlik yaptı ya
işte Allah’ın istediği budur.
Söyleyecek sözümüz yoksa susmak
lazım diyen dil bu dinin kullandığı dil değildir. Söyleyecek bir sözünüz mutlaka olsun diyen dil bu dinin dilidir. Dil ile ya da hal ile fark etmez.
Söyleyecek sözü olmayan mümin
imanıyla problemi olan mümindir.