12 Ocak 2015 Pazartesi

Allah'ı Umursamayanlar - 2

Ebu Derda; ‘Allah’ın bir tek namazımı kabul ettiğini bilmem benim için dünya ve içindekilerine sahip olmaktan daha sevimlidir.
                                      *                                   *                                    *
Allah’ı umursamayanlar… Yaşadıkları hayat boyunca Allah’ı hep orada bekleyip duran hayata müdahale etmeyen bir varlık gibi gördüler. Bu anlayışın sonucu olarak da kendilerinin tahmin ettikleri ya da öngördüklerinin dışında bir şeyle karşılaşmayacaklarını zannettiler. Yani Allah’ın yarattığı yer yüzünde, Allah’ın şah damarlarına sahip olduğu aciz kimseler Allah’ın arzında istedikleri gibi tepineceklerini zannettiler. Hiçbir işlerini Allah’a göre planlamadılar. Hiçbir işlerinde Allah’ı gözetmediler. Hatta öyleki yaşamlarına yön veren kavramlarında dahi onu hatırlatan şeylerden uzak kaldılar. Hayata dair tanımlamalarının içinde O’nun adı hiç geçmedi. İnsanı tanımlayan ifadelerin içinde hiç anılmadı. İnsanı yaratanın adı insanı tanımlarken bile tanımlama dışına itildi. Kararlarda O’nun istisnasına yer verilmedi. Muhabbet ortamlarında O’na dair bir şey söylenmediği gibi ortamlarından O’nu hatırlatacak şeyleri uzaklaştırdılar. Bilerek ya da bilmeyerek, farkına vararak ya da varmayarak bunu yaptılar. Allah’ı hep olagelen şeylerin ve yapılanların dışında tuttular. Allah’ın müdahalesini ihtimal olarak bile değerlendirmediler. Bir hakimin sözünün kesinliği kadar O’nun sözüne kesinlik tanınmadı. Tıbbın sözüne itibar edildiği kadar O’nun sözüne itibar edilmedi. Subhanallah! “kararlar yukarıda (Allah katında) verilirdi" halbuki.
Çevrenin etki ettiği kadar yeme-içme biçimine ve çeşitlerine, çevrenin etki ettiği kadar evlere, çevrenin etki ettiği kadar giyimlere, çevrenin etki ettiği kadar düşüncelere, çevrenin etki ettiği kadar hayatlara Allah etki etmedi, ettirilmedi. Allah’ın hayatları şekillendirmesine müsaade edilmedi. Hayatlar bu gurur ve haddini aşmışlık içerisindeydi. Bir gün bir adam geldi “Rabbim Allah’tır” dedi, hiç kimse O’nu umursamadı. Sonra “O Allah sadece benim değil sizin de Rabbiniz” dedi. Bu sefer bakışlarını ona yönelttiler. “Bu gittiğiniz yol yanlış” dedi. Bu sefer O’nunla alay etmeye başladılar. “Eğer böyle yaşamaya devam ederseniz öncekilerin başına gelen sizin de başınıza gelecek, vazgeçin şu yaptıklarınızdan” dedi. Bu sefer “çıkarın şunu yurdunuzdan” dediler. “Sen ne kadar da temiz adammışsın” deyip onunla ve uyarılarıyla da alay ettiler. Bunlar olup biterken herkes o umursamazlığında ısrar ediyordu. Umursayanlar olsa da aralarında, ortamın nefislerini esir etmesinden dolayı söylenenlere kulak verip uyaran o adamdan tarafa geçemiyorlardı. Aralarından bazıları işin hakikatini görüp “Evet, senin Rabbin olan Allah bizim de Rabbimizdir.” deyip hayatını Allah’a adayınca o güne kadar kendi kurdukları dünyada insancıklarına mutluluk bahşedenler o günden sonra düşmanlıkların en çirkinlerini sergilediler. Uyaran adamları testerelerle kestiler, dağ gibi ateşlerde yakmaya çalıştılar, boğmaya kalkıştılar… Halbuki bu adamlar kendi içlerinden çıkmıştı. Yabancı değillerdi hiçbirisine. Hem de uyarılarla topluluklarının karşısına geçmeden önce “itibar sahibi”, “emin” kimselerdi. Aynı adamlar uyarılarla gelince sanki aralarında daha önce hiç görmedikleri bir adama karşı duruyormuş gibi onu ve söylemlerini dışlamaya başladılar.
 İşte onlardan birisi Nuh aleyhisselam…
 İnsanları kurtaracak bir şeye çağırmasına rağmen çağırdığından dolayı alay edildi. İnsanları felaketten kurtaracak gemiye çağırdı onlar alay ettiler. Gözlerinin önünde her gün kurtuluşun çaresini inşa etti ama gelip geçerlerken alay ettiler. (Hud:37-38) Hatta öyle ki inşa edilme çabasıyla o kadar alay ettiler ki kendilerini unuttular. “Deniz de yok burada ama niye gemi yaparsın NUH!” deyip alaylı alaylı güldüler. Onlar bilmiyorlardı bir gün buralar da deniz olacaktı. Birilerinin felaketi iken diğerlerinin kurtuluşu olacaktı.
Nuh olmak… Kendisini çağrıştıracak hiçbir şeyin (deniz, okyanus) olmadığı mekanda mekandan uzak şeyi (gemiyi) bina etmektir. Ve bununla alay edilmeye razı olmaktır.
Nuh olmak… Zamandan ve mekandan münezzeh Rabbinin zaman ve mekana sahip olduğuna iman edip zamana ve mekana galip olacağını bilerek kurtuluş için gerekli olan şeyi bina etme çabasıdır.
Nuh olmak… iffetin unutulduğu bir toplumda iffetine sahip çıkmaktır. İffetin “hayat şartlarına, dönemin tarzına kurban edildiği bir zamanda iffet diye bir gemiyi inşa etmektir. hayat şartlarından, dönemin tarzından uzakta bir yerde o kurtuluş gemisini inşa etmektir.
Nuh olmak… İffeti yaşadığı yere ve zamana yakıştıramayanların ona gülseler de kurtuluşun çaresi olarak o gemiyi o boğulma gününe hazırlamaktır. Varsın iffet çabasına birileri gülsün. Varsın birileri dalanlarla beraber dalıp iffete dair anlayıştan mahrum yaşasın. Onlar o gemiye binmemeye baştan razı olmuşlardır zaten.
O gemi Allah’tan gelen vahiyle inşa edilmişti. İffet de aynı vahiyle inşa edilecektir.
Nuh olmak… haram ve helali dikkate alarak tertemiz bir hayat kurma çabasıdır.
Nuh olmak… kadın ve erkeğe dair ilişkilerin yeniden ele alınması ve herkesin susup yalnızca Allah’ın konuşmasıdır.
Nuh olmak… din adına uydurulan her şeyin bir kenara bırakılıp yalnızca Allah’tan gelene tabi olmaktır. Zamana ve şartlara uysun ya da uymasın, insanlara şirin gözüksün ya da gözükmesin. Allah’tan gelene tabi olmaktır.
Nuh olmak… Kendi ellerinle inşa ettiğin hayata itiraz edecek evlatla imtihan edilmektir.
Kendi arzuları için Allah’ın istediği şeyi inşa etmekten uzak duranlar Nuh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere yakınlıktan bahsedemez.  İmanların durumu Nuh gemiyi inşa ederken alınan tavırda belli olacak.  İmanların durumu toplumun kurtuluşunun kendisinde olduğu hakikatleri inşa edenlere karşı alınan tavırda belli olacak.
Tanımadıkları, çevrenin anlayışından farklı, hurafelerden uzak bir dini anlattığın zaman mekanlarından uzak deniz aracını (gemiyi) inşa edenlerle edilen alay gibi alay edildiğinde ortaya çıkar imanların durumu. Mekanın ve zamanın Rabbi olan Allah’ın kurduğu o bağdan habersiz alay edip de kendi afetlerini hazırladıklarında belli olur iman etmeyenlerin durumu. 
Deniz (sahabe yaşamı) bize uzak olabilir. Ama Allah bir gün denizi yer yüzüne hakim kılacaktır. Orayla ilinti kurarak oluşturululan her iman, orayla ilinti kurarak kurulan her yapı, orayla ilinti kurarak yapılan her konuşma, içinde bulunduğun hayata zıt olduğu için dışlanabilir, hatta, alay edilebilir. Hatta ve hatta dinin asra yorumlatılamamış yorumu olarak da bakılabilir. Üstelik bu tavır Nuh’un hikayesini her gün anlatanlar tarafından sergilenir. Çünkü denizle içinde bulunduğu hayat/ortam arasında bağlantı kuramamışlardır onlar.  Denizle bağlantı kuramayanlar bir gemi inşa etmenin gerekliliğine de inanmazlar. Denizle bağlantı kuramayanlar geminin inşa edilmesiyle alay ederler. Denizle bağlantı kuramayanlar bir gün o denizin kendilerini çepeçevre saracağını bilemezler. Allah’ı umursamayanlar denizi de bilmez, gemiyi de bilmez, Nuh’u da bilmez.
Nuh bir hakikattir. Nuh bir meseledir. Nuh araçları farklı ama dünya ile ilişkisi bizle aynı olan müslümanların en güzel numunelerinden birisidir. Nuh da kavmi de bizim hislerimiz gibi hisleri olan aynı sünnetullaha tabi tutulmuş insanlardır… Nuh’un derdi birilerini hiç ilgilendirmedi. Allah da onları helak ederken onlarla hiç ilgilenmedi. Hatta Nuh’un oğluyla bile…
Allah’ı umursamadığın zaman kimi umursarsan umursa ister falancalardan ol ister filancalardan ol, ister falancanın eteğine tutun ister filancalara mensup olmakla övün, kurtulamazsın. Peygamberin oğlu da olsan kurtulamazsın…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder