Ebu Derda; ‘Allah’ın bir
tek namazımı kabul ettiğini bilmem benim için dünya ve içindekilerine sahip
olmaktan daha sevimlidir.
* * *
Allah’ı umursamayanlar… Yaşadıkları hayat boyunca Allah’ı
hep orada bekleyip duran hayata müdahale etmeyen bir varlık gibi gördüler. Bu
anlayışın sonucu olarak da kendilerinin tahmin ettikleri ya da öngördüklerinin
dışında bir şeyle karşılaşmayacaklarını zannettiler. Yani Allah’ın yarattığı
yer yüzünde, Allah’ın şah damarlarına sahip olduğu aciz kimseler Allah’ın
arzında istedikleri gibi tepineceklerini zannettiler. Hiçbir işlerini Allah’a
göre planlamadılar. Hiçbir işlerinde Allah’ı gözetmediler. Hatta öyleki yaşamlarına
yön veren kavramlarında dahi onu hatırlatan şeylerden uzak kaldılar. Hayata
dair tanımlamalarının içinde O’nun adı hiç geçmedi. İnsanı tanımlayan
ifadelerin içinde hiç anılmadı. İnsanı yaratanın adı insanı tanımlarken bile
tanımlama dışına itildi. Kararlarda O’nun istisnasına yer verilmedi. Muhabbet
ortamlarında O’na dair bir şey söylenmediği gibi ortamlarından O’nu
hatırlatacak şeyleri uzaklaştırdılar. Bilerek ya da bilmeyerek, farkına vararak
ya da varmayarak bunu yaptılar. Allah’ı hep olagelen şeylerin ve yapılanların
dışında tuttular. Allah’ın müdahalesini ihtimal olarak bile değerlendirmediler.
Bir hakimin sözünün kesinliği kadar O’nun sözüne kesinlik tanınmadı. Tıbbın
sözüne itibar edildiği kadar O’nun sözüne itibar edilmedi. Subhanallah!
“kararlar yukarıda (Allah katında) verilirdi" halbuki.
Çevrenin etki ettiği kadar yeme-içme biçimine ve
çeşitlerine, çevrenin etki ettiği kadar evlere, çevrenin etki ettiği kadar
giyimlere, çevrenin etki ettiği kadar düşüncelere, çevrenin etki ettiği kadar
hayatlara Allah etki etmedi, ettirilmedi. Allah’ın hayatları şekillendirmesine
müsaade edilmedi. Hayatlar bu gurur ve haddini aşmışlık içerisindeydi. Bir gün
bir adam geldi “Rabbim Allah’tır” dedi, hiç kimse O’nu umursamadı. Sonra “O
Allah sadece benim değil sizin de Rabbiniz” dedi. Bu sefer bakışlarını ona
yönelttiler. “Bu gittiğiniz yol yanlış” dedi. Bu sefer O’nunla alay etmeye
başladılar. “Eğer böyle yaşamaya devam ederseniz öncekilerin başına gelen sizin
de başınıza gelecek, vazgeçin şu yaptıklarınızdan” dedi. Bu sefer “çıkarın şunu
yurdunuzdan” dediler. “Sen ne kadar da temiz adammışsın” deyip onunla ve
uyarılarıyla da alay ettiler. Bunlar olup biterken herkes o umursamazlığında
ısrar ediyordu. Umursayanlar olsa da aralarında, ortamın nefislerini esir
etmesinden dolayı söylenenlere kulak verip uyaran o adamdan tarafa
geçemiyorlardı. Aralarından bazıları işin hakikatini görüp “Evet, senin Rabbin
olan Allah bizim de Rabbimizdir.” deyip hayatını Allah’a adayınca o güne kadar
kendi kurdukları dünyada insancıklarına mutluluk bahşedenler o günden sonra
düşmanlıkların en çirkinlerini sergilediler. Uyaran adamları testerelerle
kestiler, dağ gibi ateşlerde yakmaya çalıştılar, boğmaya kalkıştılar… Halbuki
bu adamlar kendi içlerinden çıkmıştı. Yabancı değillerdi hiçbirisine. Hem de
uyarılarla topluluklarının karşısına geçmeden önce “itibar sahibi”, “emin”
kimselerdi. Aynı adamlar uyarılarla gelince sanki aralarında daha önce hiç
görmedikleri bir adama karşı duruyormuş gibi onu ve söylemlerini dışlamaya
başladılar.
İşte onlardan birisi
Nuh aleyhisselam…
İnsanları kurtaracak
bir şeye çağırmasına rağmen çağırdığından dolayı alay edildi. İnsanları
felaketten kurtaracak gemiye çağırdı onlar alay ettiler. Gözlerinin önünde her
gün kurtuluşun çaresini inşa etti ama gelip geçerlerken alay ettiler.
(Hud:37-38) Hatta öyle ki inşa edilme çabasıyla o kadar alay ettiler ki
kendilerini unuttular. “Deniz de yok burada ama niye gemi yaparsın NUH!” deyip
alaylı alaylı güldüler. Onlar bilmiyorlardı bir gün buralar da deniz olacaktı.
Birilerinin felaketi iken diğerlerinin kurtuluşu olacaktı.
Nuh olmak… Kendisini çağrıştıracak hiçbir şeyin (deniz,
okyanus) olmadığı mekanda mekandan uzak şeyi (gemiyi) bina etmektir. Ve bununla
alay edilmeye razı olmaktır.
Nuh olmak… Zamandan ve mekandan münezzeh Rabbinin zaman ve
mekana sahip olduğuna iman edip zamana ve mekana galip olacağını bilerek
kurtuluş için gerekli olan şeyi bina etme çabasıdır.
Nuh olmak… iffetin unutulduğu bir toplumda iffetine sahip
çıkmaktır. İffetin “hayat şartlarına, dönemin tarzına kurban edildiği bir
zamanda iffet diye bir gemiyi inşa etmektir. hayat şartlarından, dönemin
tarzından uzakta bir yerde o kurtuluş gemisini inşa etmektir.
Nuh olmak… İffeti yaşadığı yere ve zamana
yakıştıramayanların ona gülseler de kurtuluşun çaresi olarak o gemiyi o boğulma
gününe hazırlamaktır. Varsın iffet çabasına birileri gülsün. Varsın birileri
dalanlarla beraber dalıp iffete dair anlayıştan mahrum yaşasın. Onlar o gemiye
binmemeye baştan razı olmuşlardır zaten.
O gemi Allah’tan gelen vahiyle inşa edilmişti. İffet de aynı
vahiyle inşa edilecektir.
Nuh olmak… haram ve helali dikkate alarak tertemiz bir hayat
kurma çabasıdır.
Nuh olmak… kadın ve erkeğe dair ilişkilerin yeniden ele
alınması ve herkesin susup yalnızca Allah’ın konuşmasıdır.
Nuh olmak… din adına uydurulan her şeyin bir kenara
bırakılıp yalnızca Allah’tan gelene tabi olmaktır. Zamana ve şartlara uysun ya
da uymasın, insanlara şirin gözüksün ya da gözükmesin. Allah’tan gelene tabi
olmaktır.
Nuh olmak… Kendi ellerinle inşa ettiğin hayata itiraz edecek
evlatla imtihan edilmektir.
Kendi arzuları için Allah’ın istediği şeyi inşa etmekten
uzak duranlar Nuh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere yakınlıktan
bahsedemez. İmanların durumu Nuh gemiyi
inşa ederken alınan tavırda belli olacak.
İmanların durumu toplumun kurtuluşunun kendisinde olduğu hakikatleri inşa
edenlere karşı alınan tavırda belli olacak.
Tanımadıkları,
çevrenin anlayışından farklı, hurafelerden uzak bir dini anlattığın zaman mekanlarından
uzak deniz aracını (gemiyi) inşa edenlerle edilen alay gibi alay edildiğinde
ortaya çıkar imanların durumu. Mekanın ve zamanın Rabbi olan Allah’ın kurduğu o
bağdan habersiz alay edip de kendi afetlerini hazırladıklarında belli olur iman
etmeyenlerin durumu.
Deniz
(sahabe yaşamı) bize uzak olabilir. Ama Allah bir gün denizi yer yüzüne hakim
kılacaktır. Orayla ilinti kurarak oluşturululan her iman, orayla ilinti kurarak
kurulan her yapı, orayla ilinti kurarak yapılan her konuşma, içinde bulunduğun
hayata zıt olduğu için dışlanabilir, hatta, alay edilebilir. Hatta ve hatta
dinin asra yorumlatılamamış yorumu olarak da bakılabilir. Üstelik bu tavır
Nuh’un hikayesini her gün anlatanlar tarafından sergilenir. Çünkü denizle
içinde bulunduğu hayat/ortam arasında bağlantı kuramamışlardır onlar. Denizle bağlantı kuramayanlar bir gemi inşa
etmenin gerekliliğine de inanmazlar. Denizle bağlantı kuramayanlar geminin inşa
edilmesiyle alay ederler. Denizle bağlantı kuramayanlar bir gün o denizin
kendilerini çepeçevre saracağını bilemezler. Allah’ı umursamayanlar denizi de
bilmez, gemiyi de bilmez, Nuh’u da bilmez.
Nuh bir hakikattir. Nuh bir meseledir. Nuh araçları farklı
ama dünya ile ilişkisi bizle aynı olan müslümanların en güzel numunelerinden
birisidir. Nuh da kavmi de bizim hislerimiz gibi hisleri olan aynı sünnetullaha
tabi tutulmuş insanlardır… Nuh’un derdi birilerini hiç ilgilendirmedi. Allah da
onları helak ederken onlarla hiç ilgilenmedi. Hatta Nuh’un oğluyla bile…
Allah’ı umursamadığın
zaman kimi umursarsan umursa ister falancalardan ol ister filancalardan ol,
ister falancanın eteğine tutun ister filancalara mensup olmakla övün,
kurtulamazsın. Peygamberin oğlu da olsan kurtulamazsın…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder