27 Ekim 2014 Pazartesi

Ebu Bekr'den Bize Kalan İki Miras

  Ebu Bekr’den aldığımız mirasımız çoktur bizim. O’ndan kalan zenginlik tüm ümmeti doyuracak kadar büyüktür elhamdülillah.
  Bize bıraktığı iki mirasdan birincisi; Dini için ettiği zararı fırsatını bulunca tazmin yoluna gitmemesi oldu. İkincisi; umut oldu, köleleri, borçluları “kendi hallerine bırakmadı”.
   Birinci Mirasımız. Ebu Bekr radıyallahuanh Bilal’e işkence eden Ukbe bin Ebi Muayt’a “neden yapıyorsun bu eziyeti” deyip yaptığı işten vazgeçirmeye çalışır. Ukbe “o kadar düşünüyorsan satın al bu pis köleyi de kurtar” der. Ebu Bekr de elinde bulunan en güçlü en becerikli kölesini verir ve karşılığında Bilal’i alır. Sonra da azad eder. Yani dini için fedakarlık yapmıştır. Dininden dolayı bir köleyi alıp dünyalık işlerini en iyi yapan en becerikli, güçlü kölesini bedelsiz vermiştir. Dünyalıkları adına kayıp ahireti adına büyük bir kazanç oldu.
   Ebu Bekrin bu şekilde ipten aldığı boyun çoktur.
   Feda ettiği şeylerin hiçbirisinin tazminine gitmedi. Ne Mekke’de ne Medine’de ne de halifeliğinde. Yani “ben bu dine yardım ettim, eziyet çektim, servetimi harcadım, yokluk çektim” deyip imkanlar eline geçince cebini doldurmaya çalışmadı. Halifeyken bile buna yeltenmedi. Mekke’de Bilalleri kurtarırken yaptığı fedakarlığın zirvesine halifeliğinde ulaştı. Yani sonu başlangıcından daha fedakar bir adam oldu. Meselemiz fedakarlıktan zarar tazminine doğru giden anlayışın müminin ahlakı olmadığını ifade etmektir. Dini için bir zamanlar yapılan fedakarlığın ki bu fedakarlık maddi sıkıntı da olabilir, elinden alınmışlık da olabilir, eziyet de olabilir, boyunlardaki ipleri koparma sonucu elde avuçta bir şey kalmamışlık da olabilir her ne olursa olsun zarar tazminine gitmeyen müminin Allah’ın razı olduğu kul olduğunu ifade etmek. Mümin İman ettiği şey için yaptığı fedakarlığı iman ettiği şey güç sahibi olunca onun bedelinin iadesini istemez. Zararının karşılanmasını istemez. Yani ayrıcalık isteyemez. Yani farklı muamele istemez. Fedakarlıklarının kendisine belirgin bir iltifat olarak dönmesini istemez. Kendini ayırıcı bir kefeye koyamaz. Herkesin tartıldığı teraziden başka bir ölçü istemez.  Ebu Bekr olmak böyle bir şey işte. Mekke’sini de, Medinesini de, Hilafetini de fedakarlığa adamak ama bir kez olsun bunun tazminine gitmemektir. Bir kez olsun“Bir enayi ben mi varım” diye içinden geçirmemektir. Karşıdaki mümin kardeşiyse bir kez olsun bile aleyhinde bir şey düşünmeden onu boynundaki ipten kurtarmaktır.
   Ebu Bekr bu ahlakı peygamberinden öğrenmişti. Peygamber olmadan önceki tüm mülkünü feda eden peygamberinden. Mekke fethedilip kovuldukları şehre zaferle girdiklerinde gasbedilmiş mülklerini talep etmeyen paygamberinden öğrendi.
   Mekke fethedildiğinde herkesin merak ettiği şeylerden biri de eskiden sahibi oldukları ama hicretle birlikte geride bırakılan evleri, mülkleri ile ilgili tavırları ne olacaktı. Bu duruma Peygamber aleyhisselam “Akil bize bir şey mi bıraktı” diyerek son noktayı koyuyordu. Hiçbir mümin imanı için yaptığı fedakarlığın tazminine gitmeyecekti. Hicretten önce bırakıp gittikleri mülkleri müşrikler tarafından gasp edilmişti. Mekke fethedilince bunların hiçbirisine de dokunmayacaklardı. Zira Akil’in alıp götürdüğü Allah’ın kullarından talep ettiğiydi.
İmanı için yapılan fedakarlığın zararını tazmin etmeye kalkan Peygamber aleyhisselama nasıl dost olacak?
İmanı için yapılan fedakarlığın zararını tazmin etmeye kalkan Ebu Bekr radıyallahuanha nasıl dost olacak?
İmanı için düştüğü durumun, şartların hesabını insanlardan sormaya kalkışanlar Ebu Bekr’deki samimiyeti nasıl bulacaklar kendilerinde.
   Bu dünyada alacak hesabı yapıp yaptığı fedakarlığın karşılığını almaya kalkışanlar, düştüğü halin  bedelini ödetmeye çalışanlar ahirete ne bırakacaklar.
   İkinci olarak; Bilali kurtardığı gibi kurtardığı çok da köle vardı. Ebu Bekr adamlığı; bunların hiçbirisinden karşılık beklemeksizin karşılığını rabbinden beklemektir, parayı veren benim deyip hesabının peşine düşmemektir. Mesela İpini boynundan kestiği hiçbir bir borçluya hesap sorar gibi yaklaşmamaktır.
   Ebu Bekr kölelerin mazlumların kendilerini kurtaracak umut eli oldu. “Herkes başına gelenle uğraşsın bana ne” demedi. Boyunlardaki esir eden ipi kesmeyi bildi. Borçlunun boynundaki ipi almasını da bildi. Umut olmuşsa umut olarak neyse kendisinden beklenen onu gerçekleştirdi. Neden köle durumuna düştüğünü sorgulamadan neden borçlu kaldığını sorgulamadan borçlunun- kölenin boynundaki ipi kesiverdi. “Herkes boynuna ipi nasıl taktıysa kendisi çıkarsın” demedi. Boynunda ip olana bakışı farklıydı. Karşısındaki Mümin ise başka bir şeye bakmıyordu. Boynuna ip geçirilmiş kimse müminse ve kurtarma imkanı varsa “önceden ne hata etti de bu ip boynuna geçti bakalım” demedi.  Öncesini sorgulamadı sonrasına çare oldu.
   Köle olan neden köle olur? Kazananın yerinde olmadığı için. Belki de bir başkasını köle olarak esir almak isterken kendisi köle oldu. Borçlanan neden borçlanır? Elbette bir takım yanlış kararlardan. Doğru kararlarla borçlu kalan kimse olur mu hiç? Olsa bile bin kişiden kaç tanesinde olur. Yüz kişiden kaç tane olur. Allah borçluyu düştüğü zor durumdan kurtarman için gönderir kapına “neden borç yaptın” diye fırça attırmak için değil. “Akılsızlığının derdini, yükünü ben mi çekeceğim” deyip onun daha da kapına gelmemesi için savuşturman için değil. Umut olmaya en yakın olduğun içindir. Umut olmuşsan üzerine düşen de vermektir.        Ebu Bekir gibi onlarca köleyi azad edip onlarca borçluyu (Allah’ın izniyle) hayata bağlamaktır.
   Umut olmuşsanız kapınıza gelen çok olacak. Kimisi bir sebepten kimisi diğer sebepten. Kimisi fazla hırstan borçlanıp kapınıza dayanacak kimisi akılsız işlerinden dolayı kapınıza dayanacak kimisi de hakikaten emek çektiği işte fedakarlığının sonuna gelip artık bir şeyi kalmayınca gelecek. Ama hepsi de bir sebepten boynunda ip ile gelecek. Ebu Bekir olmak ile olmamak arasındaki çizgi gösterdiniz tavra göre çizilecek.
Allah ondan razı olsun...