30 Mayıs 2016 Pazartesi

Roma Heykeli Gibi Arz-ı Endam Etmek

Bütün kimlikler güçlü olmadığı sürece başka bir kimliğe dönüşmeye mahkumdur. Kimliğin ana temellerini oluşturan iki şey vardır. Birincisi; iddialardır. İkincisi; İnsan kalitesidir. Kimlikler bu iki şeyden birinin ya da ikisinin de zarar görmesiyle yıpranır ya da yok olur.
Her kimlik iddiasını gerçekleştirebildiği oranda yaşar vazgeçtiği oranda yok olur.
Her kimlik insan kalitesi oranında yaşar insan çürümüşlüğü oranında yok olur.
İddialar kayboldukça, insan kalitesi düştükçe kimlikler yitirilir. Kimlikler yitirildikce iddialar gereksizleşir. İnsanları sefilleşir.
Her kimlik bir tanımlamadır. Hayatımıza dair tanımlamadır. İnanma biçimimize dair tanımlamadır. Bedenimize dair tanımlamadır. Görüntümüze dair tanımlamadır. Her kimliği bozan, genleriyle oynayan bir şey vardır. Müslüman kimliğini bozan en etkili şey LAİKLEŞMEDİR.
Laik yaşam devletin dinden uzaklaştırılmasından önce hayatların dinden uzaklaştırılmasıdır. Laikliği din-devlet ilişkisine hapsedenler Müslümanların İsrailoğulları gibi nasıl da laikleştiklerini anlamamıza engel oldular. LAİKLİK; hayatlarımızdan dinin yönlendiriciliğini çıkarmaktır. Dini birkaç sembole, birkaç söyleme, fazlaca şovenliğe teslim edip hayatımızın tüm safhalarında dini söyleyecek sözden mahrum etmektir.
Dünyalık geleceğimiz adına kaygı vereceğinden tereddüt ettiğimiz müslümandan, dini faaliyetten, dini yaşam biçiminden, cümleden, fikir ifade etmekten, arkadaş tercihinden vesaire hep uzak durmaya çalışıldı. Keyfimizi bozmayan, herkesle beraber herkes gibi yaşamayı tecih edip, çoğunluğa uymanın keyfiyetinde bir yaşama uyarladık kendimizi ve laiklik “dinsizlikmiş ya” , “dini de devletten ayırmakmış ya” bunu da yapmışlar diyerek kendi hayatlarımızdaki laikleşmeyi fark edemedik. Tıpkı başörtüsüne odaklanıp başımızın dışında her yerin açıldığını fark edemediğimiz gibi. Neye inandığımız ya da neyi reddettiğimiz ile ilgili bilincimiz ya da bilinçsizliğimiz bizim nasıl bir toplum olduğumuzu da ortaya koyar.
Uzağa gitmeye gerek yok iki örnekle nasıl da laikleştiğimizi göreceğiz.
Birincisi; Adam başsız Roma heykelinde görüntü arz ediyor. Bunun fotoğrafını çekiyor. Fotoğraf’ta bir Roma’lı gibi duruyor. Bunu da rahatlıkla paylaşıyor. Ama aynı adam sakallı bir adamla aynı karede görünmemek için elinden geleni yapıyor. Neden? Aynı adamın bu duruşu beynimizin ve dünyaya dair gelecek tasavvurumuzun nasıl da laikleşmiş olduğunu ele veriyor aslında. Birinde arzı endam etmek kolay, bedel istemiyor ama diğerinde arz-ı endam etmek birilerinin tanımlamış olduğu ürkütücü (!) hayatı kabullenmek olarak görüldüğü için bedel istiyor. Neme lazım değil mi? Ya bir iş başvurusunda ya bir ticaret ilişkimizde ya bir siyasi geleceğimizde karşımıza çıkabilir. Ama Roma Heykeli gibi her yerde arz-ı endam edilebilir.
İkincisi; Adam Facebook’ta, Twitter’da dini paylaşımlar yapıyor. Bir süre sonra makam ve mevki sahibi oluyor, ya da makam ve mevki sahipleriyle arkadaş oluyor. Bu sefer tüm paylaşımlarını ya da tweetlerini  iddiasız “geyik muhabbeti” konularına dönüştürüyor. Lightlaşıyor. Amiyane tabirle “sıfatı bozuluyor”. Veyahut da “ben söylemedim o söyledi”   der gibi falanca adamdan alıntı yapıyor. Yani mevkilerimizin değişmesi, işlerimizin değişmesi, facebooktaki  twitterdaki takipçilerimizin niteliğinin değişmesi bizim de söylemlerimizde değişikliğe neden oluyor. İddiasızlaşıyoruz. Hiçleşiyoruz. Öyle ya; “NE OLUR NE OLMAZ” .
Tamam iddiamız var diye kavga edecek değiliz kimseyle ama bizim Müslüman kimliğimizden de ürkmemize gerek var mı?

Müslümanız diyoruz değil mi? Elhamdülillah. Ama ne şeytanı, ne kafiri, ne düşmanı tedirgin etmiyorsa imanımız bu nasıl Müslümanlık. Öyle ki şeytan bizim Müslümanlığımızdan razı, kafir bizim Müslümanlığımızdan razı, düşman bizim Müslümanlığımızdan razı. Baksanıza “kafir” derken bile bir ürkeklik oluşuyor içimizde. Allah’ın tanımlamasını biz başka kavramlarla “üzmeyecek” şekilde uyarlamaya çalışıyoruz. Kavramlarımız bile laikleşti. Kimseyi üzmeyeceğiz çünkü. Fincancı katırlarını ürkütmeme hassasiyeti yüzünden Allah katında vebal olacak işler yapıyoruz.
Hayatımızın bir çok alanında din sosu verilmiş ucuz tören, şenlik, kutlama, düğün, eğitim biçimleriyle ilgili olanlara değinmedik bile.
İddialarımız nerede biz neredeyiz?
Kimiz kim gibi yaşıyoruz?
Yaptığımız işler hangi hayatı daha canlı kılıyor?
Varlığımız, yapıp ettiklerimiz kimi güçlendiriyor?