Bütün
kimlikler güçlü olmadığı sürece başka bir kimliğe dönüşmeye mahkumdur. Kimliğin
ana temellerini oluşturan iki şey vardır. Birincisi; iddialardır. İkincisi; İnsan kalitesidir. Kimlikler bu iki şeyden birinin ya da ikisinin de zarar görmesiyle yıpranır ya da yok olur.
Her kimlik iddiasını gerçekleştirebildiği oranda yaşar vazgeçtiği oranda yok olur.
Her kimlik insan kalitesi oranında yaşar insan çürümüşlüğü oranında yok olur.
Her kimlik iddiasını gerçekleştirebildiği oranda yaşar vazgeçtiği oranda yok olur.
Her kimlik insan kalitesi oranında yaşar insan çürümüşlüğü oranında yok olur.
İddialar
kayboldukça, insan kalitesi düştükçe kimlikler yitirilir. Kimlikler yitirildikce iddialar gereksizleşir. İnsanları sefilleşir.
Her
kimlik bir tanımlamadır. Hayatımıza dair tanımlamadır. İnanma biçimimize dair
tanımlamadır. Bedenimize dair tanımlamadır. Görüntümüze dair tanımlamadır. Her
kimliği bozan, genleriyle oynayan bir şey vardır. Müslüman kimliğini bozan en
etkili şey LAİKLEŞMEDİR.
Laik
yaşam devletin dinden uzaklaştırılmasından önce hayatların dinden
uzaklaştırılmasıdır. Laikliği din-devlet ilişkisine hapsedenler Müslümanların
İsrailoğulları gibi nasıl da laikleştiklerini anlamamıza engel oldular.
LAİKLİK; hayatlarımızdan dinin yönlendiriciliğini çıkarmaktır. Dini birkaç
sembole, birkaç söyleme, fazlaca şovenliğe teslim edip hayatımızın tüm
safhalarında dini söyleyecek sözden mahrum etmektir.
Dünyalık
geleceğimiz adına kaygı vereceğinden tereddüt ettiğimiz müslümandan, dini
faaliyetten, dini yaşam biçiminden, cümleden, fikir ifade etmekten, arkadaş
tercihinden vesaire hep uzak durmaya çalışıldı. Keyfimizi bozmayan, herkesle
beraber herkes gibi yaşamayı tecih edip, çoğunluğa uymanın keyfiyetinde bir
yaşama uyarladık kendimizi ve laiklik “dinsizlikmiş ya” , “dini de devletten
ayırmakmış ya” bunu da yapmışlar diyerek kendi hayatlarımızdaki laikleşmeyi
fark edemedik. Tıpkı başörtüsüne odaklanıp başımızın dışında her yerin
açıldığını fark edemediğimiz gibi. Neye inandığımız ya da neyi reddettiğimiz
ile ilgili bilincimiz ya da bilinçsizliğimiz bizim nasıl bir toplum olduğumuzu
da ortaya koyar.
Uzağa
gitmeye gerek yok iki örnekle nasıl da laikleştiğimizi göreceğiz.
Birincisi;
Adam başsız Roma heykelinde görüntü arz ediyor. Bunun fotoğrafını çekiyor.
Fotoğraf’ta bir Roma’lı gibi duruyor. Bunu da rahatlıkla paylaşıyor. Ama aynı
adam sakallı bir adamla aynı karede görünmemek için elinden geleni
yapıyor. Neden? Aynı adamın bu duruşu beynimizin ve dünyaya dair gelecek
tasavvurumuzun nasıl da laikleşmiş olduğunu ele veriyor aslında. Birinde arzı
endam etmek kolay, bedel istemiyor ama diğerinde arz-ı endam etmek birilerinin
tanımlamış olduğu ürkütücü (!) hayatı kabullenmek olarak görüldüğü için bedel
istiyor. Neme lazım değil mi? Ya bir iş başvurusunda ya bir ticaret ilişkimizde
ya bir siyasi geleceğimizde karşımıza çıkabilir. Ama Roma Heykeli gibi her
yerde arz-ı endam edilebilir.
İkincisi;
Adam Facebook’ta, Twitter’da dini paylaşımlar yapıyor. Bir süre sonra makam ve
mevki sahibi oluyor, ya da makam ve mevki sahipleriyle arkadaş oluyor. Bu sefer
tüm paylaşımlarını ya da tweetlerini
iddiasız “geyik muhabbeti” konularına dönüştürüyor. Lightlaşıyor.
Amiyane tabirle “sıfatı bozuluyor”. Veyahut da “ben söylemedim o söyledi” der gibi falanca adamdan alıntı yapıyor.
Yani mevkilerimizin değişmesi, işlerimizin değişmesi, facebooktaki twitterdaki takipçilerimizin niteliğinin
değişmesi bizim de söylemlerimizde değişikliğe neden oluyor. İddiasızlaşıyoruz.
Hiçleşiyoruz. Öyle ya; “NE OLUR NE OLMAZ” .
Tamam
iddiamız var diye kavga edecek değiliz kimseyle ama bizim Müslüman
kimliğimizden de ürkmemize gerek var mı?
Müslümanız diyoruz
değil mi? Elhamdülillah. Ama ne şeytanı, ne kafiri, ne düşmanı tedirgin
etmiyorsa imanımız bu nasıl Müslümanlık. Öyle ki şeytan bizim
Müslümanlığımızdan razı, kafir bizim Müslümanlığımızdan razı, düşman bizim
Müslümanlığımızdan razı. Baksanıza “kafir” derken bile bir ürkeklik oluşuyor
içimizde. Allah’ın tanımlamasını biz başka kavramlarla “üzmeyecek” şekilde
uyarlamaya çalışıyoruz. Kavramlarımız bile laikleşti. Kimseyi üzmeyeceğiz
çünkü. Fincancı katırlarını ürkütmeme hassasiyeti yüzünden Allah katında vebal
olacak işler yapıyoruz.
Hayatımızın bir çok alanında din sosu verilmiş ucuz tören, şenlik, kutlama, düğün, eğitim biçimleriyle ilgili olanlara değinmedik bile.
İddialarımız nerede biz neredeyiz?
Kimiz kim gibi yaşıyoruz?
Yaptığımız işler hangi hayatı daha canlı kılıyor?
Varlığımız, yapıp ettiklerimiz kimi güçlendiriyor?
Hayatımızın bir çok alanında din sosu verilmiş ucuz tören, şenlik, kutlama, düğün, eğitim biçimleriyle ilgili olanlara değinmedik bile.
İddialarımız nerede biz neredeyiz?
Kimiz kim gibi yaşıyoruz?
Yaptığımız işler hangi hayatı daha canlı kılıyor?
Varlığımız, yapıp ettiklerimiz kimi güçlendiriyor?