Müptelası olduk.
Tıpkı alkol gibi, uyuşturucu gibi. Bunun için de elinden alındığında bir
uyuşturucu ya da alkol müptelası gibi tepki veriliyor.
Klinik bir vakıa halini aldı. Ama ilacı yok.
Ona müptela olanlar, duymuyorlar, tepki vermiyorlar, dünyaya
kapanıyorlar, insanların arasına çıkmıyorlar, saldırgan hal alıyorlar. Etkilenmekten
başka refleksleri yok, edilgen ve yönlendirilen nihayetinde de kandırılan
konumundalar. Kolayca intihara kadar gidebiliyorlar.
Beyinleri süngerin suyu çektiği gibi her geçen gün biraz daha
çekiliyor.
Konuşmuyorlar sadece bakıyorlar, konuşmayı anlamsız görüp konuşanları
rahatsız edici görüyorlar. Bir kulaklıkla bütün dünyaya kendilerini
kapatıyorlar. O bir çift kulaklıkla tüm sorumluluklarından azade oluyorlar.
Kıymetli ya da kıymetsiz şeyler bağımlısı oldukları o şeye göre
şekilleniyor. Arkadaşlarını da ona göre seçiyor düşmanlarını da. Mutlulukları
da ona göre beliriyor üzüntüleri de.
Yokluğunu nefes almaktan yemek yemekten daha fazla hissediyorlar.
Yokluğunda can damarına bıçak atılmış gibi debeleniliyor. İniltiler
duyuluyor, bağırtılar geliyor, tepiniliyor. Dokunulabildiğinde sakinleşiliyor.
Her gün her saat hatta her dakikasına da mâlolsa onunla kalmak en büyük
arzu haline geliyor. Gözün açıldığı ilk andan gözün kapandığı son ana kadar neredeyse her an
ona feda ediliyor.
Tamamen cansız olduğu halde, hiçbir şeye gücü yetmediği halde ve yaşama
imkanını ancak ve ancak ona müptela olanların tercihleriyle bulabileceği kadar
aciz olmasına rağmen cazibesi ile baba ile oğulun, anne ile kızın, öğretmen ile
öğrencinin, hoca ile cemaatin, amir ile memurun, işçi ile işverenin hasılı insan
ile fıtratın arasını açabilecek kadar güce erişmiştir.
Tapınılmaya başlandı.
Uğruna her şey feda edilmeye başlandı; eş, çoluk-çocuk, akraba, dost,
arkadaş, ekmek derdi, ömür, kazanç vs.
Sanki yemin etmiş gibi, biat etmiş gibi, iman etmiş gibi uğrunda her
şey feda edilmeye başlandı.
Yeni bir iman biçimi, yeni bir yaşam biçimi, yeni bir hayat biçimi...
Herkese göre bir dinin bulunduğu, sınırların kalktığı, hiçbir tabiiyetin
olmadığı, tüm mahremiyetin ayaklar altına alındığı, arzuların at koşturduğu bir
dünya.
Her şeyin bulunulabildiği ama hiçbir şeyine asla sahip olunamayacak
olan sahte bir cennet.
DİJİTAL DÜNYA…
Şifreli ve şifresiz kanalları ile televizyon, cep telefonu, tablet,
bilgisayar, internet, facebook, twitter, instagram, filmler, videolar vs.
Şimdi teslim olduğumuz dijital dünyalarımızdan çıkmaya kimse ikna
edemiyor bizi. Diller lâl kaldı, sözler aciz. Değil bedenler kalpler bile
yoruldu ama netice alınamadı. Toplum olarak müptela haline geldik. Klinik bir
vakıadan daha kötü bir hale düştük.
Müptelası olduğumuz ve uğruna çocuklarımızın rızkından kesip daha özelliklisini
almaya çalıştığımız dijital oyuncaklarımızla baş başa kalıp onunla olmak
istiyoruz.
Babaların verdiği harçlık ya da alınan maaşlardan payın büyüğünü hep
onlara ayırıyoruz.
Kalpler taşlaştı, kulaklar tıkandı, gözler kapandı. Hiçbir gerçeği ne
görmek, ne duymak, ne de hissetmek istemiyoruz.
Onu bırakmaya, terk etmeye cesaret bile edemiyoruz artık.
Kendi ellerimizle icad ettiğimiz DİJİTAL DÜNYA bizi esir aldı.
“Gözün aç perdeyi kaldır duracak
yer mi gör (bu) dünya,
Sadece akılsız durur, buna gönül verip duran insan.
Kafeste papağana şeker verirler hiç karar etmez,
Acep neden karar eder bu zindana giren insan.
Kararmış kalbin ey gafil nasihat neylesin sana,
Taştan da katı kalbi öğüt kâr etmeyen insan.
Bu derdin çaresini bul sen elinde var iken fırsat,
Yalnız kalınca pişman olup eyvah diyen insan.”