17 Nisan 2019 Çarşamba

Sahte Cennet

Müptelası olduk.
Tıpkı alkol gibi, uyuşturucu gibi. Bunun için de elinden alındığında bir uyuşturucu ya da alkol müptelası gibi tepki veriliyor.
Klinik bir vakıa halini aldı. Ama ilacı yok.
Ona müptela olanlar, duymuyorlar, tepki vermiyorlar, dünyaya kapanıyorlar, insanların arasına çıkmıyorlar, saldırgan hal alıyorlar. Etkilenmekten başka refleksleri yok, edilgen ve yönlendirilen nihayetinde de kandırılan konumundalar. Kolayca intihara kadar gidebiliyorlar.
Beyinleri süngerin suyu çektiği gibi her geçen gün biraz daha çekiliyor.
Konuşmuyorlar sadece bakıyorlar, konuşmayı anlamsız görüp konuşanları rahatsız edici görüyorlar. Bir kulaklıkla bütün dünyaya kendilerini kapatıyorlar. O bir çift kulaklıkla tüm sorumluluklarından azade oluyorlar.
Kıymetli ya da kıymetsiz şeyler bağımlısı oldukları o şeye göre şekilleniyor. Arkadaşlarını da ona göre seçiyor düşmanlarını da. Mutlulukları da ona göre beliriyor üzüntüleri de.
Yokluğunu nefes almaktan yemek yemekten daha fazla hissediyorlar.
Yokluğunda can damarına bıçak atılmış gibi debeleniliyor. İniltiler duyuluyor, bağırtılar geliyor, tepiniliyor. Dokunulabildiğinde sakinleşiliyor.
Her gün her saat hatta her dakikasına da mâlolsa onunla kalmak en büyük arzu haline geliyor. Gözün açıldığı ilk andan gözün kapandığı son ana kadar neredeyse her an ona feda ediliyor.
Tamamen cansız olduğu halde, hiçbir şeye gücü yetmediği halde ve yaşama imkanını ancak ve ancak ona müptela olanların tercihleriyle bulabileceği kadar aciz olmasına rağmen cazibesi ile baba ile oğulun, anne ile kızın, öğretmen ile öğrencinin, hoca ile cemaatin, amir ile memurun, işçi ile işverenin hasılı insan ile fıtratın arasını açabilecek kadar güce erişmiştir.
Tapınılmaya başlandı.
Uğruna her şey feda edilmeye başlandı; eş, çoluk-çocuk, akraba, dost, arkadaş, ekmek derdi, ömür, kazanç vs.
Sanki yemin etmiş gibi, biat etmiş gibi, iman etmiş gibi uğrunda her şey feda edilmeye başlandı.
Yeni bir iman biçimi, yeni bir yaşam biçimi, yeni bir hayat biçimi...
Herkese göre bir dinin bulunduğu, sınırların kalktığı, hiçbir tabiiyetin olmadığı, tüm mahremiyetin ayaklar altına alındığı, arzuların at koşturduğu bir dünya.
Her şeyin bulunulabildiği ama hiçbir şeyine asla sahip olunamayacak olan sahte bir cennet.
DİJİTAL DÜNYA…
Şifreli ve şifresiz kanalları ile televizyon, cep telefonu, tablet, bilgisayar, internet, facebook, twitter, instagram, filmler, videolar vs.
Şimdi teslim olduğumuz dijital dünyalarımızdan çıkmaya kimse ikna edemiyor bizi. Diller lâl kaldı, sözler aciz. Değil bedenler kalpler bile yoruldu ama netice alınamadı. Toplum olarak müptela haline geldik. Klinik bir vakıadan daha kötü bir hale düştük.
Müptelası olduğumuz ve uğruna çocuklarımızın rızkından kesip daha özelliklisini almaya çalıştığımız dijital oyuncaklarımızla baş başa kalıp onunla olmak istiyoruz.
Babaların verdiği harçlık ya da alınan maaşlardan payın büyüğünü hep onlara ayırıyoruz.
Kalpler taşlaştı, kulaklar tıkandı, gözler kapandı. Hiçbir gerçeği ne görmek, ne duymak, ne de hissetmek istemiyoruz.
Onu bırakmaya, terk etmeye cesaret bile edemiyoruz artık.
Kendi ellerimizle icad ettiğimiz DİJİTAL DÜNYA bizi esir aldı.

 “Gözün aç perdeyi kaldır duracak yer mi gör (bu) dünya,
Sadece akılsız durur, buna gönül verip duran insan.

Kafeste papağana şeker verirler hiç karar etmez,
Acep neden karar eder bu zindana giren insan.

Kararmış kalbin ey gafil nasihat neylesin sana,
Taştan da katı kalbi öğüt kâr etmeyen insan.

Bu derdin çaresini bul sen elinde var iken fırsat,
Yalnız kalınca pişman olup eyvah diyen insan.”
 
                                                               Niyazi Mısrî