Müslüman için baskı dönemlerinden kalan en tehlikeli
bakiye laik yaşamdır. Baskı döneminde laik (dinin sorumluluğundan uzak) yaşam
farkında olmadan müslümanın hayatına siner. Baskı dönemi geçse de müslümana
sinen laik yaşam varlığını devam ettirir. Hatta bizzat müslümanın eliyle
korumaya bile alınabilir. Sapkın sonuçlar ortaya çıkartır. Müslümanın
müslümanla içten didişmesine neden olur. Dini, hayatın dışına iten laik yaşamın
içinde yetişen Müslüman nesiller farkında olmadan o sistemin karakterinden
etkilenmeye başlar. Bu etkileşimin sonuçları baskı dönemi bitip rahatlama
dönemi gelince eriyen kardan sonra ortaya çıkan nesneler gibi beliriverir.
*
* *
Her topluluğun hayatında mutlaka bazı dönemler
vardır. Allah bu dönemleri kah bir tarafa kah diğer tarafa değiştirir durur. Ve
kullar her iki dönemde de Rableri tarafından imtihan edilir. Bu günler öylesine
başa gelen günler değil; Allah’ın yanında olan bir plana göre ortaya çıkan
günlerdir. Allah hangi kulunun ne yapacağını görmek isteyecek muhakkak. Ve
kabir ve kıyamet ve mizan hep kulların bu yaptıkları için hazırlanacak.
Hayatımız
yapıp bitirdikçe sırada olan şeyleri de yapıp bitirme şeklinde değil aksine
biriktirme ve hazırlama şeklindedir. Kime karşı biriktirme? Rabbimize… Yaptıkça unuttuğumuz bir hayattan biriktikçe
hatırlatılacak bir hayata doğru gidiyoruz.Mizana doğru…
Allah kimi günlerde kullarını sıkacak kimi günlerde
de rahatlatacaktır. Her iki dönemin de kendine göre fıkhı vardır. Güçsüzken
yapamayacağın şeyi güçlüyken yapacaksın. Zayıfken
sana yön veren hareket fıkhın güçlüyken değişmeli. Zayıfken temsil
edemediğin dinin sen güçlüyken rahatça temsil edilmeli. Zayıfken uymak zorunda
bırakıldığın davranışları güçlüyken bırakmalısın. Zayıfken beraberinde ömür sürdüğün “tedbir” güçlüyken yerini cesarete
bırakmalı. Zayıfken gizlendiğin dinin ve sen güçlüyken ortaya çıkmalı. Gücü
oranında imkanı oranında herkes imanıyla ortaya çıkmalı. Çıkmalı ama bu çıkış
hastalıklı bir çıkış olmamalı, hastalıkları beraberinde getirmemeli. Mesela
hiçbir Müslüman “bu kadarına gerek yok”
ya da “dikkat çekmeye gerek yok” mantığıyla bakmamalı Müslümanların yaptığına.
Bu korkudan kaynaklanan ya da korkunun verdiği tedbirli, hareketsiz döneminin
mirasıdır. O’ndan hemen kurtulmak gerekir. Çünkü dün tedbir olan şey zaman değişince tehdite dönüşür. Bu dönüşüm
sağlanabildiği oranda yeni dönem hakkıyla değerlendirilir aksi halde o eski
dönem bizim bilinçaltımızdan fırlayan tavır ve davranışlarla devam ettirilir
gider. Allah korusun eskiyle yeniyi yaşama hastalığı eldeki nimetin gitmesine
neden olur. Dolayısıyla bir tercihle değil boynumuzun borcu olan bir
yükümlülükle karşı karşıyayız.
Din müslümanın her yaptığını onayan değil
sorgulayandır. İyiyse iyi der kötüyse kötü der. Yaşamı yeniden şekillendirecek,
eşyaya ve insana bakışı yeniden belirleyecek olan din yeni (rahat) dönemde bu
gerçeklikten sıyrılıp sanki müslümanın önüne gelen yeni hayatı onaylaması
gerekiyormuş gibi bir görevlendirmeye tabi tutulamaz. Müslüman sıkıntılı
dönemden sonra çıktığı karada bulduğu hayatı yaşama isteğine değil dinin
kendisine sunduğunu yaşamaya azmetmelidir. Dünyevilikle el ele kol kola giden
bir Müslüman yaşamına özen gösterilemez. Dün sahip olmadığın şeylerin 50 katına
sahipsen bu hayatını o mülkiyete göre değiştirmek olarak anlaşılamaz. Dini de
bu hayatı onaylamaya davet edemez. Bu hususta uyaranlara da “sen necisin” gibi
bir tavrın içine giremez. Dünyevileşmiş ve sapkınlığa varan şeyleri müslümanın
yaşam biçimi olarak sunamaz. Müslüman niteliğine bakmadan bir hayatın içine
dalamaz. Dalarsa her şeyin İslamisini türetme sapkınlığına düşer.
İsrailoğulları’ndan “bize de onların taptıkları ilahların benzerini yapsana” (A’raf 138) diyenlerin bakış açısı yeni
hayata geçişte baskın olmaya başlar.
Allah’ın lütfuyla karaya çıkarılan mümin emniyet
içindeyken Allah’a göre yaşama gayesini güdenlerin uyarılarına kulak tıkayamaz.
Dinde unutulan şeyleri birileri hatırlattığında ya da yanlış giden şeyler hakkında “bu yanlış kardeşim ne yapıyorsun” dediğinde onun dindarlığını yargılayamaz.
Söylenenleri kişisel tercihmiş gibi gösterip itaatsizliği meşrulaştıramaz. Bunu
söyleyen, kişi değil dindir. Denizde
yalvarılan Allah karaya çıkınca terk edilemez. Birçok kimse alışkanlık
üzere yaşayıp gittiği hayatına ses çıkarıldığında rahatsız oluyor. Müslümanın
uyarılmaktan dolayı rahatsız olma hakkı yok. Uyarıcı ve tavsiye edici tavır
eski köye yeni adet getirmek olarak görülemez. Önceden uyarıcıların uyarısı
duyulmuyordu, sen de uyarıcısız bir şekilde kendi hayatında namazla-abdestle
meşgul olup gidiyordun. Hayatına yön verecek insanlar ortaya çıkmadığı için
kuralları kendin koyuyordun. Ama artık kullarını karaya çıkarmış bir Allah’ın
huzurunda Allah için uyaranlara kendi kurallarınla yaşamaya devam edeceğini
beyan edemezsin. Geçmiş dönemin hastalıklı din anlayışını devam ettirip
gidemezsin. Çünkü dinin doğrusunun anlatıldığı ve herkese aşikar olduğu dönemde
sen kalkıp eski dönemin hastalıklı din anlayışını taşıyıp gelemezsin. Hastalıkların (elhamdülillah) seslice teşhis
edilebildiği dönemdeyiz. Hastalıklarımız ortaya çıkarıldığında şizofrenik ruh
haline girip kabullenmemek yerine hastalıklarımızdan arınmalıyız. Rahatsız
olmamalıyız.
İsteniyor ki bazı şeyleri fazla kurcalama dinini
yaşa geç-git. İyi de Allah’ın lütfuyla kendimi emin hissettiğim dönemde dinim
temsil edilmeyecekse ne zaman açığa çıkacak ve benim dinim böyle zamanda
görünürlüğü en kuvvetli hale gelmeyecekse ne zaman gelecek? Görünür olan hep
dinin bağlayıcılığından uzak yaşamları mı sunacak bize? Allah’ın değiştirmemizi
istediği için verdiği fırsatı kullanmayıp dinin bağlayıcılığından uzak yaşamı
devam mı ettireceğiz? O halde kim değiştirecek bizi? Kendilerini
değiştirmeyenleri Allah neden değiştirsin? Eskisi gibi kalmaya razı olanlara
Allah neden yeni bir hayat versin?
Korkunun ve endişenin olduğu dönemde kulların
alışkanlık haline getirdikleri yaşamın değişmesi gerektiğinde buna tepki
verilir. Halbu ki zafer istenir gibi Allah’tan bu korkulardan emin olmak
isteniyordu. Allah korkuları giderdi haydi gereğini yap o zaman. İşte burada
sıkıntı ortaya çıkıyor. Çünkü ayak direyenler var. Çünkü burada iki tane
dirençli hastalıkla karşı karşıya kalıyoruz. Birinci hastalık; durumu
kanıksama. İkinci hastalık; durumdan menfaatlenme. Durumu kanıksayanlar o korku döneminde
kendileri hakkında yapılan tüm yakıştırmalara, konum belirlemelere teslim olmuş
ve onu alternatif üretemeyecek kadar kabullenmiş olanlardır. Menfaatlenenlere gelince, korku ve
endişe döneminin sessiz kalışının verdiği emniyet ve güveni kaybetmek
istemeyenlerdir. Kazançlarını ve makamlarını kaybetme korkusu onları emniyet
döneminde de korku dönemindeki gibi davranmaya itiyor. Bulunduğu durumun
bozulmasına razı olmuyor. Her iki hastalıklı grubun korku dönemine olan
tutkusu, bağımlılığı Müslümanların arasında laik bir din anlayışını ortaya
çıkarıyor. Dinin öyle her tarafı değiştirmesine razı olunmuyor. Bunun için
değişmeyi değil aynı kalmayı salık veren din adamları vs. kimseler daha fazla
itibar görüyor. Dolarlarla program yapıp hem konumlarını sağlamlaştırıyorlar
hem de durumun değişmesine mani oluyorlar. Söyleyecek sözü olmayan adamlar her
tarafta din anlatıyor, düzeltici hiçbir satırı olmayan kitaplar din ve Müslüman
analizi yapıyor, Müslümanlar eğlence ve israf dolu eğlencelerle (güya)
kültürlendiriliyor. Bunların hiç birisi müslümana Müslümanlığını hatırlatmaz.
Aksine daha dünyevi, daha ifsat edici olurlar. Korku döneminden kalma
tanımlamalara boyun eğenler herkesten boyun eğmesini isterler. Allah’ın lütfuyla
lütuflandıkları emniyet döneminde Allah’a rağmen işler yapılmasından rahatsız
olmazlar. İşte zillet budur. Dinin bağlayıcılığından uzak (laik) yaşamı kendi
hayatımıza kendi ellerimizle ikame etmek. Bu sorun hayatımızın her alanına
hakim olur. En küçük ihtiyaçlarımızda bile kendini ortaya çıkarır. Ortaya çıkan
yaşam dinin bağlayıcılığından uzak ve hatta dine muhalif olan içerik
barındırır. Hastalık tüm toplumu şöyle ya da böyle etkisine alır. Sen korku
döneminden önceki huzurlu yaşamını tekrar ikame etmek istediğinde sana ilk
“dur” diyecek olanlar kendi içinden olanlar olacaktır. Belki yıllarca yanında
duranlar olacaktır. Laik yaşam kendi sisteminde öğüttüğü Müslümanların eliyle
seni engellemeye kalkışacaktır. Laik yaşam kendi sisteminde öğüttüğü Müslümanların
içinde Müslüman geleneğine zıt hatta ulemayı adam yerine koymayan ukala Müslüman
tiplerle varlığını tartışmasız kılmaya çalışacaktır. Saatin sarkacı gibi sallandırıp
tepende o baskı döneminin korkusunu, seni onunla tehdit edip duracaktır. Teslim
olursan izzetini kaybedersin, direnirsen Allah’ın izzetiyle yücelirsin.
Yeni dönemimizde imtihanlarımız bunlarla olacak. Yani
kendi kendimizle. Allah kullara bir rahatlama vermiştir. Allah kullarına
rahatlığı vermek için her şeyi vesile edebilir. Bu gün de olan bu. Bir şeyleri
sebep kılmış ve rahatlama vermiştir. Bu siyasi, iktisadi, konjonktürel vs… ne
dersek diyelim bunların hepsi Allah’ın bir vesilesidir. Eğer kullar olarak biz
bu dönemin kıymetini bilemezsek Allah Müslümanların elinden bu gücü alacak. Bu yüzden
hiç kimse bizim imanımızın izzetine dokunamaz, dokunamamalı, dokundurmamalıyız.
Önce nefsimizden başlamalı sonra en ücra köşeye kadar götürmeliyiz bu
kararlılığımızı. Hiçbir kimse, hatta hastalıklarını taşıyıp gelen Müslümanlar
da dahil bize dinin bağlayıcılığından uzaklaştırılmış (laikleştirilmiş) bir
dünyanın baskısını kurmamalı. Hastalıklı beyinler hastalıklı ruhlar bize yön
vermemeli. Onlar kendilerinde bu cüreti görmemeli. Eğer cüret ederlerse sağlam
bir iradeyi karşılarında bulmalı. Bu iki hastalıklı grup Müslümanların içinde
dinin sorumluluğundan uzak kalmanın (laikliğin) garantörüdürler. Her ne kadar
Müslüman olsalar da. Bu garantörlerdir işte korkuları canlı tutup
Müslümanlığımızın düzeltilmesine bile kaş karartanlar.
Şimdi Allah’ın lütfu karşısında nasıl duracağız?
Denizdeki
dalgalardan sonra emniyetle sahile çıkaran Allah’a daha iyi şekilde kulluk
edeceğiz. Müslümandan bundan başkasını kimse beklememeli.
Hiçbir kimse bizden dinimizin sözünün geçmeyeceği
ortak bir alanı ya da ortak bir zamanı ümit etmemeli.
Hiçbir kimse bizden Rabbimizin lütfuyla ulaştığımız
noktalarda Rabbimizi gücendirecek davranışlara cevaz vereceğimize inanmamalı.
Hiçbir kimse bizim dinimizin şiarlarını bir kenara
çekerek kurduğu hayatına destekçi olacağımıza ya da onay vereceğimize
inanmamalı.
Eşlerimizin ve çocuklarımızın bile imanımıza
yakınlığıyla kıymet ya da kıymetsizliğinin belirlendiği hayatımızda hiçbir
şeyimizi hastalıklı beyinlere teslim etmemeliyiz. İbadetinden, ev
ihtiyaçlarımıza kadar hiçbir şeyi…
Biz müslümanız bizim izzetiyle ayakta durabildiğimiz
dinimizi bir başkası asla düşünmeyecektir. O halde menfi olanı yaparız.
İmanımızın izzetini koruyacak şeyleri isteriz. Hangi zamanda, hangi mekanda,
hangi işte, hangi kişiyle olduğumuza bakmayız imanımızın izzetini koruyacak
şeye bakarız. İmanımızın izzetini zillete dönüştürecek işe, kazanca, adama
bakmayız eyvallah etmeyiz.
Haz peşinde koşmayız.
Ve Allah’tan hayırlı son isteriz.