29 Mayıs 2017 Pazartesi

Muhafazakarlıkla Birlikte Köklere İnen Sızı

·         “Köklerimizden gelen bir değişim yaşamıyoruz, köklerimize sızan bir değişimin aracı oluyoruz.”
·         “Riyakar bir çöplüğe dönüşüyor muhafazakar kamusal alan.”
·         Büyük ideallerle çıkılan yolun sonunda kendi gerçekliğiyle baş başa kalan bir dindarlıkla karşı karşıya kaldık.
·         Muhakkak ki Allah bizim ne yapacağımızı görmek istiyor.
*                                                             *                                                                    *
Yıllarca müslümanların kamusal alandaki mücadelesine, cihadına şahit olduktan sonra elde ettiği şeyde kendini eleştirecek dönüşüme girmesine şahit oluyoruz. Kamusal alandan kastım özellikle görünür olan TV, Radyo, Gazete, Sinema’dır.
Kamusal alanda dini görünümler yıllarca pek görülmedi. Birkaç kandil programı, Ramazan’da iftar vaktindeki cami ve cumbalı ev silüeti yanındaki Hacivat-Karagöz gösterileri, Cuma günkü 12. Sayfa anlatımları hariç. Yerelde bir takım çalışmalar oldu elbet ama tüm ülkeye hitabeden bir yayın organında bunlar olmadı. 90’lardaki bir takım girişimler lokalde kaldığı için “bir kesime” ait oldu. Yaklaşık 20 yıldır politik alanın Muhafazakar Müslümanlar tarafından etki altına alınması sonucu durumda büyük değişiklikler oldu. Şimdi ise dini görünümlerin bariz bir şekilde boy saldığını görebiliyoruz. “İlk” kez görünen çok şeyle karşılaşmaya başlıyoruz. Bu bir taraftan birilerini “ilk”lerden dolayı heyecanlandırırken bir taraftan da birilerini tedirgin etmektedir. Müslüman kesimin bir kısmı adına “İlk”lerin görülmesi, devamında gelecek “asıl beklentilerin” şimdilik idare edilecek işaretleri olarak görülmektedir. İlkler arttıkça beklentiler de artıyor.
Her şeye dini figür işlenir oldu. Filmlerde din vurgusu daha çok işlenmeye başladı. Sinemacıların dini ya da din motifli senaryoları piyasada daha fazla tutmaya başladı. “Laiklik” garantisi koruma altında olmasına rağmen laiklerin, laiklik vurgusu yapan sanatçıların artık geçim sorunu bile yaşamaya başlayacak kadar kamusal alandan silinmeye başladığını görüyoruz. Neredeyse her gün Kabe’li selfilerle kamusal alanda boy gösteren gazeteci, sinemacı, futbolcular vs. daha da fazlalaşmakta olduğunu görmekteyiz. Onlar daha fazla hayran kitlesi oluşturmaktadır. Aşk sanatçıları ilahiler söylüyor. Ramazan hatıralarını anlatıyor. Baş ötüsünün her resmi dairede “müsâdeli” olduğunu görüyoruz. İslamî ya da muhafazakar romanlardan filmler yapıldığını görüyoruz.  Örtünme’nin kamusalda yasak olduğu dönemden Muhafazakar Moda defilelerinin düzenlendiği zamanı yaşıyoruz. Kapalı kızların futbol takımı kurup maçlara çıktıklarını görüyoruz.  Ses yarışması özentisinde KUR’AN yarışması düzenlendiğini görüyoruz … vs.  Görebiliyoruz görmesine ama bir taraftan da bir yanılgının içine düşüyoruz. Nedir bu yanılgımız? Şudur;
Yukarılarda (kamusal alanda)dini görünüm anlamında bir zamanlar görülmeyen şeylerin görülmeye başlamasından dolayı çocuksu bir sevinci yaşarken, tabandan yetişen nesillerin duygu ve hislerini asıl mecrasından çıkarmakta ve köklerinden koparıp atmakta olduğumuzun farkına varmıyoruz.
Gazeteci, futbolcu, şov programcıları vs Kabe selfili fotoğraflardan sonra kendi hayatlarıyla ilgili bir değişime gitmiyor. Sadece kendilerini izleyenlerin, takip edenlerin duygularını değiştiriyor yani yeni muhafazakar alana göre güncelliyor kendini. Varlığının devamını sağlıyor böylece. Bir taraftan da muhafazakar alanın değişmesine ön ayak oluyor. Kapanan bir şov programcısının, sinema sanatçısının görüntüsü muhafazakar kesimin kız ve kadınlarının kıyafet idolü ya da görünmek istediği “biçim” haline geliyor.  Değişim muhafazakarlarda oluyor hep.  MUHAFAZA etmekle mükellef muhafazakarlar sonraki nesillerin de değişiminin öncüsü oluyor böylece. Değişim ve değiştirme heyecanı koruyuculuğun önüne geçiyor.
Din vurgulu, şeyhli, pir li filmler yapılıyor ama bu filmlerin hiç birisi kökleriyle buluşturmuyor nesilleri. Sadece artistlerin muhafazakar gündemde varlığı perçinleniyor. Köklerden gelen söylemlerin kamusalda ve resmi alanda “rahatsız edici”, “buyurgan”, “inzar edici” kısımları devre dışı bırakılarak oluşturulan büyük prodüksiyonlar zihinlerde asıl söylemlerinden çıkarılmış bir din sunuyor muhafazakarlara . Humanizmanın dini söylemlere hakim olduğu Hristiyanlık benzeri bir Protestanlaşmayı özümsüyor nesiller. Bunu da müslüman geçmişi anlatan filmlerde, dizilerde yaşıyoruz.
Başörtüsü kamusal alanda serbestleşti ama örtünme imanımız, peygamberin azarını işitecek kadar zedelendi. Giyinik çıplaklığa rağbet oluştu. Gizlemek için “inzal” edilen örtünme en bariz “ifşa” aracına dönüştü.
Son olarak karşımıza gelen Televizyonda KUR’AN YARIŞMASI… Muhalifine benzeyen bir durum. Keler deliğine bile girseler gireceğiz belli ki. Birikimini ve köklerini kuşa çevirerek kamusaldaki varlığını korumayı hedefleyen muhafazakarlık kendi muhalifinin alternatifi olabilmek için kamusalda geçerli olanları “tutulanları” geliştirmek zorunda kalıyor. Uysun ya da uymasın bunu dinileştirerek yapıyor.
İşlerin toplamına baktığımızda kamusal alan ve kamusal alanın asıl etkilediği nesiller dinileşmiyor aksine dini olan köklerini kaybediyor. Şöyle ki; dindarların ya da muhafazakarların diniliği “görünürleştirmek” adına ortaya koydukları şeyler Peygamberden ya da sahabeden bir parçayı, ittibayı ya da ittikayı değil nefislerdeki bir arzuyu, dünyevileşmeyi görünür kılıyor.  Mesela; İlahi söyleyen aşk şarkıcısı İslamileşmiyor aksine onu dinleyen daha bir aşkçı oluyor. Ya da bir zamanlar oruçlu olması bile kamusal alanda infial yaratan futbolcunun Kabe selfili pozları Kabe’yi hayatının merkezine koyacak bir yaşama yöneltmiyor. Kumsaldaki sevgilisiyle fotoğraflarda görünmeye devam ediyor, havuz başı sefasına devam ediyor, aşk kaçamakları devam ediyor, değişiklik sadece onu takip eden gencin duygularında oluyor. Zengin olma ve onun dünyası gibi bir dünyaya sahip olma rüyalarına dalıyor genç. Film artistleri, dizi oyuncuları dini ya da köklerimizdeki bir şahsiyeti temsil eden rolde oynarken o şahsiyete ya da dindarlaşmaya giden bir yola girmiyor; sadece o senaryonun bitimine kadar öyle görünüyor. Özel hayatında sarmaş dolaş biçimde karşımıza çıkabiliyor. Bir değişiklik olmuyor anlayacağımız. Değişiklik onu takip edenlerde oluyor. Özenti başlıyor.
Garip bir durum ki bir ilimizde şehir müzesi açılıyor. Şehir müzesinin girişine o şehirle özdeşleşmiş bir şahsiyetin mumya heykeli yapılıyor. Kök’lerimizdeki bu adamın siması onun hayatının gösterildiği dizideki başrol oyuncusunun siması. Benzetmesi değil, hem de ta kendisi. Satışı daha fazla yapsın daha fazla turist getirsin diye yapılıyor bu. Dönüşüm böyle oluyor işte; geçmişi şimdiyle değiştirmek durumuna düşüyoruz. Köklerimizden gelen bir değişim yaşamıyoruz, köklerimize sızan bir değişimin aracı oluyoruz. Allah rahmet etsin Akif Emre’nin dediği gibi “Yeşilçam, sahte tarih kurgusu ve geçmişe husumetle bakışı yansıtırdı. Tersinden, yanlış tarih kurgusunu muhafazakar diziler gerçekleştiriyor”.
Kamusalda görüntü veren herkesten bir tarz, bir söz, bir bakış açısı, bir model vs. kalıyor muhafazakar zihinlerde. Dindarlık görüntüleri verenler sadece o görüntülerini bırakıp gidiyorlar. Riyakar bir çöplüğe dönüşüyor muhafazakar kamusal alan.
Cahiliye döneminde Mekke’ye hac için gelen her kabile kendi dindarlığının delili olarak Kabe’ye bir put getiriyordu. Peygamber aleyhisselam Mekke’yi feth ettiğinde Kabe’den kırıp çıkardığı put sayısının 360 civarında olduğu söylenir. Görüntü vermek için Kabe’ye birer birer doldurulan putlar gibi Muhafazakarların dünyasına da görüntülerini birer birer diken gidiyor. Görüntüyü veren meşruiyet aracı olarak görüntüyü veriyor görüntüyü alan da tüketmek aynı zamanda tükenmek için o şekille şekilleniyor. Kamusal herkese açık olunca herkes zihnindeki ve kalbindeki hülyasını(putunu) kamusala getirip park  eder hale geldi. Müslüman muhafazakar alanın artık arı-duruluğu kalmadı. Soru işaretleri çoğaldı. Bu durum kamusal alana hakim olan Muhafazakar-Müslümanların var oluş ve hedeflerinin tamamen zıddına bir durumu ortaya çıkardı. Büyük ideallerle çıkılan yolun sonunda kendi gerçekliğiyle karşı karşıya kalan dindarlığa şahit olduk. Şu anda sorgulanan budur. Uyuşması imkansız şeyler nasıl oldu da bir araya geldi? Anlaşması imkansız olan şeyler nasıl oldu da elele hareket eder oldu?
Kamusal alan muhafazakar müslümanın kaybı mı zaferi mi?
Kamusalda zihinleri bütün bu olanlara aşina olan yeni nesillerin gelecek dönemde eleştireceği bir şey kalmayacak. Tıpkı 90’lı yıllardaki başörtüsü davasında hayatını, işini, geleceğini bir çırpıda iten kadınlarımızın ve kızlarımızın ardından gelen “giyinik çıplak” nesil gibi. Peygamberin azarına muhatap olan örtünme ile ilgili olarak “neden eleştiriliyor anlamıyorum” diyor.
Kamusal alan (görünürde olan) esas olarak aklı başında ve fikirleri sabit olan büyükleri değil henüz geleceğe yeni adım atan gençleri sarıp sarmalıyor. Bu yüzden en fazla etkiyi, tahribatı onlar üzerinde yapıyor. Bir kuşak öncesinin ciğerine bir acı olarak saplanan şey, onlarda hiçbir etki bırakmıyor. “Hatta her şey daha iyiye giderken”… deyip bütün bu eleştirileri anlamsız buluyor. Endişe ve tedirginlik sahibi “bir kısım” insanların en büyük endişesi de bu; kendi çocuklarının gelecekte kendi davalarını unutup sahipsiz bırakmasıdır. Zekeriyya aleyhisselam’ı Rabbine yalvartan endişe ve korkuyu yaşatıyor dönem.
Devlet bizim, devlet biziz rahatlığı sahtedir, muhafazakar dindarın “uykusudur”.
İyi şeyleri görmezden gelmiyoruz hatta duacıyız, geleceğe dair ümitlerimiz her geçen gün daha da artıyor Allah’ın izniyle ama “görüntü” hiç de hoş değil. Ümidimiz görünene değil görünmeyenedir.
Ve son olarak “Muhakkak ki Allah bizim ne yapacağımızı görmek istiyor.”
Allah en iyisini bilir.