14 Mayıs 2019 Salı

Bahar Ve Kelebekler


  Bugünkü kadın tartışmalarına müthiş bir örnek. Buyurun efendim bir derleme yaptım.
 Ömer Seyfettin’in “BAHAR VE KELEBEKLER” Hikayesi’nden. Meşrutiyet öncesi kadınını simgeleyen Büyükanne ile Meşrutiyet ve daha sonrası (batılı) kadınını simgeleyen 20’li yaşlardaki torununun konuşmasından alıntılar:
“(Büyükanne, Fransızca kitaplar okuyup onlardan etkilenen ama bir türlü mutluluğu yakalayamayan torununa konuşur) Hayır,hayır! Türk kadınları asla sevinçten yoksun değildiler. Sevinçten, mutluluktan yoksun olanlar sizsiniz. Şimdiki kadınlar… Siz yoruldunuz. Siz büyükannelerinize benzemediniz. Ah biz!… ne kadar mutluyduk. Oysa siz şu zehirleyici kitaplara kapılıyorsunuz, düşüp, solup gidiyorsunuz. Hırçın berbat, dayanılmaz bir yaratık oluyorsunuz… Siz Frenk mürebbiyelerinin elinde büyüyor kendinizi unutuyorsunuz. Onlara benzemek arzusuyla kendinizden uzaklaşıyorsunuz ve etrafınızdan nefret ediyorsunuz… Bizim zamanımızda kadınların ve erkeklerin hayatı ayrıydı. Kadınların kendilerine ait eğlenceleri vardı. Binlerce kadın kendi kendine gülüşür eğlenirdi. Moda denen şey yoktu. Kızlar annelerinin giydikleriyle mutlu olurdu. Torunlar büyük annelerinin mücevherlerini takarlardı…
Erkekler yalnızca kendi kadınlarını tanırlardı sonra evlerine gelirler, karılarına doyulmaz aşk ve muhabbet sahneleri bulurlardı… Kahvehaneler, gazinolar, birahaneler, kulüpler, tiyatrolar, içkili salonlar, kerhaneler vb. bütün bu Türk erkeklerini eşlerinden ayıran kadınları tenha evlerde unutulmuş bekçi gibi bırakan felaket mekanları yoktu. Kadınlar erkekleriyle üzülmeden mutlu bir yaşam içindeydi…
Kadınlar sık sık elbise değiştirip moda çılgınlığından, soğukluklarından, boş bir kibirden, anlamsız üstünlük iddiasından başka bir şey yapmıyorlar.
Alafrangalık veba gibi içimize girdi. Tebessümlerimizi sildi. Örtülerimizi parçaladı, pabuçlarımızı attı, parmaklarımızı narin bir mercan gibi süsleyen kınalarımızı bile ortadan kaldırdı. Eşyamızı ve kıyafetimizi değiştirirken ruhlarımızı da değiştirdi. Her şeyden nefret eden, hastalıklı bir nesil geldi…
Şimdiki kadınlar kendileri okudukça anladıkça erkeklere yaklaştıkça ilkel kadınlıklarından, dişilik unsuru olmaktan uzaklaşıyorlardı ne de olsa. Ruhlarda bir isyan, bir ihtilal tutuşuyor. Eski kadınlığın zevke, mutluluğa araç olarak kabul ettiği dişiliğin kayıtları kendilerine ateşten, demirden bir zincir gibi geliyordu. Özel tapınak kadar sessiz evlerine hapishane gibi bakıyorlar. Eski kadın kıyafetlerini ezici, soldurucu, vahşi, merhametsiz gizlilik örtüleri kabul ediyorlardı… Mademki yükseleceklerdi o halde mutlaka değişeceklerdi mutlaka eskiye benzemeyeceklerdi. O halde Türk kadını yüzyıllar önceki haliyle ilkel kalamazdı. Kuklalıktan, dişilik unsuru olmaktan çıkacak, gerçek bir kadın olacaktı. Erkeklerden üstün olmasa bile onlara eşit olacaktı… (Öyle ya) Türk kadınlığı bir gün yüksek anlayışıyla, altı asırlık tesadüfi, tabii bir ayıklama sayesinde harika haline gelen yüzüyle, zekasıyla, bir Avrupalı kadın gibi insanlık sahnesine çıkarak saygıdeğerliğe yükselecekti….
Zavallı yeni nesil!  
Bahçedeki o sarı kelebek şimdiki Türk kadınlığının talihinin ancak felaket, keder, ölüm olduğuna ebediyen siyah kefenini yırtamayacağına, gizlenmeden kurtulamayacağına; evlerin boş tenha duvarları arasında meçhul çiçekler gibi açmadan, doğmadan öleceğine inandırır gibiydi.