30 Ocak 2015 Cuma

Allah'ı Umursamayanlar (3)

Allah’ı umursamayanlar yeryüzünde umursanmayı haketmeyenlerdir. Allah’ın kendileri hakkında “iyi” demediği kimselerden iyi şeyler sadır olmaz, olmayacaktır da. Peki bugün biz Allah’ın “iyi” ya da “kötü” dediği kimseleri nasıl bileceğiz? Allah’a karşı umursamaz davranıp da helak olanların davranışları, ahlakları, ilişkileri, dünyaya ve ahirete bakış açıları Kur’an’da ve hadislerde açık açık anlatılmış. Şimdi bize düşen onları helak eden davranışları ekmek gibi su gibi unutmayacak şekilde öğrenmeliyiz. Basiretimizi bağlayan tüm bağlardan kurtularak o davranışları hayatımızın içinden ayıklamalıyız. Sonra da o davranışları ikame eden kimselerden uzak kalmalıyız. Bize düşen bundan başkası değil. Yoksa Allah gönüllerdeki perdeyi kaldırmıyor. Yoksa Nuh’un helak edilen kavmini anlatırken bile onların cürümleriyle yaşıyoruz. Nuh’un gemisi seyahattan ibaret kalıyor.
Terk etmek…
Uyarmak…
Meyletmemek…
Hayırlı sona ulaşmak…
Allah’ın umursamadığı kişilere ve şeylere karşı takınılacak tavır budur. Bundan gayrısı bize geçmişin tekrarıdır.
Biz bu hususta da Peygamber aleyhisselamdan daha güzel bir örnek bulamayız. O (aleyhisselam) değil döneminin umursamayanlarına meyletmeyi; geçmişin helak edilmiş umursamayanlarından kalan en basit bir bakiyeye bile meyletmedi.
Bir gün ashabıyla bir sefere çıkar. Bir yerden geçerken ashabına der ki; “Burası Lut’un kavminin helak edildiği yerdir burada konaklamak yoktur” ve daha da hızlandırır orduyu. Maksat oradan bir an önce uzaklaşmaktır. Seferin devamında duyar ki  ordudan bazıları oradan geçerken biraz su almışlar aldıkları suyla da yanlarında bulunan unlarla hamur yapmışlardır. Hemen emir verir oranın suyuyla yapılan hamurları hayvanlara döktürür. Allah’ı umursamadığından dolayı helak edilmiş bir kavmin diyarında eğleşmeyi bırakın oranın suyundan bile uzak duruyor. Helak edilmiş bir kavmin suyuna bile müdahane etmiyor. Halbuki Allah o suyu onlara haram kılmadı. Ama gaye farklıydı. Zelil olanlara ait (onların kullandığı – onları hatırlatan) hiçbir şeyden faydalanmamaktı. 
Allah’ı umursamayanların hiçbir bakiyesine meyletmedi. Susuz kaldı, ashabın hamurları gitti açlık çekti ama müdahane etmedi.
Yaşamları lanetlendi, ölümleri lanetlendi, mekanları lanetlendi, adları lanetlendi. Allah’ı umursamayanların hepsinin sonu böyle oldu. Dün aynıydı bu gün de aynı. Allah’ın sünneti değişmez. Ölümlerinden sonra adı anılınca lanet edilen her kes Allah’ın bu sünnetinin bir kısmına düçar olmuş demektir. Arkasından “şer” ile anılan herkes bu helaktan bir parça taşıyor demektir. Arkasından “şer” ile anılan herkes yaşasın ya da yaşamasın helak sebebi olanların davrışlarından bir kısmını taşıyor demektir.
Şimdi gelelim Peygamber aleyhisselamın olayından ne anlayacağımıza. Çok şey anlaşılır elbette ama en belirgin iki hissemiz vardır. Birincisi; kimin bakiyesini kullandığımızdır. İkincisi de; bu bakiyelere karşı kim gibi davrandığımızdır.
Bir tarafta helak olan kavimlerin yurdundan geçmek zorunda kalınca en hızlı şekilde oradan geçip giden, oranın suyundan bile kullandırmayan peygamber aleyhisselam diğer tarafta helak olan kavimlerin her türlü şenaatini üzerinde barındıran onun ümmeti. Ve helak olanların bakiyelerine üşüşmeleri…
Bu ümmet helak olan kavimlerin özelliklerini üzerlerinde taşımaktan rahatsızlık duymayınca ve onlardan kalan bakiyeye üşüşünce Allah’ın verdiği izzeti yitirdi, her ümmet gibi... İşte bu yüzden şimdi tüm insanlık bu ümmetin üzerine üşüştü.
Aynı dünyada aynı Rabbin kulları olarak yaşıyoruz. Dün onları ilgilendiren bu gün bizi ilgilendiriyor. Dün onların hesaba çekildiği şeyden biz de hesaba çekileceğiz. Bu ümmete toplu helak yoktur ammaaa bu hiç kimsenin umursamazlığının bedelinden kurtulacağı anlamına gelmez. Herkes tek tek hayatında bu hesaba çekilecek. "Kıyametin kopacağını da sanmıyorum” (Kehf:36-43) diyerek kendine verilen tüm imkanlarında ve gelecek planlarında Rabbini umursamayan adam en güzel ibretlerden bir tanesidir. Bağına bahçesine girer Rabbini umursamaz. Evine girer rabbini umursamaz. Ve acı  son.
Ev ve aile ortamı kurar rabbini umursamaz. Nesle ve topluma dair hiçbir hedefinde rabbini umursamaz. Atına-arabasına biner Rabbini umursamaz. Para kazanır kazandığında rabbini umursamaz. Bilgi sahibi olur bildiklerine rağmen rabbini umursamaz. Hasta olur rabbini umursamaz. Şifa bulur rabbini umursamaz. Ölümler yaşar rabbini umursamaz. Sevinir rabbini umursamaz. Üzülür rabbini umursamaz. Umursamadığı gibi sahip olduğu ne varsa hepsine helak olan umursamazların davrandığı gibi davranır. Kullanım biçimi, tüketim kültürü, hazzı, büyüme ve büyütme biçimi, eşyayı kullanma biçimi, fikri ve düşünce yapısı velhasıl ne varsa insan yaşamına dair hepsine karşı duruşu Allah’ı umursamayanların duruşu gibi olur. “Karun’a özenenler” gibi onun yerine heveslenir, onun gücünü arzular. (Kasas 76-83)  Salih’in kavmi gibi ahireti unutturacak mekanlara sahip olmak ister. (Şuara 14-149) Sebeliler gibi nimetlere karşı şükürsüz ve azgınca davranır. (sebe 15-19) Nuh’un kavmi gibi hakikatler ağır gelince “inatçı”laşır. (Nuh 5-9) Şuyb’in kavmi gibi “alırken çok alıp verirken az verme” düzenbazlığında zirveye çıkar. (Hud 84-85)… Sanki “öncekilerin başına gelenin kendi başına da gelmesini ister gibi” davranır (Kehf: 55). Sonra, Rabbini umursamayan bağ-bahçe sahibinin akıbetine uğrar; eliyle kurduğu umursamaz hayatına dair her şey bir bir tepesine çöker. Her taraftan sıkıntı yaşar.  Sonra da “Ben böyle olmasını istememiştim” der. Allah bir şeyin içine helakı, günahı yazmışsa kul onları yaparak hayır umamaz ki? İstediği kadar kendince ben şöyle istemiştim desin.
Nuh’un kavmi gibi inatçılaşıp kendisine din adına bile gelse bir hakikat ulaştığında ona karşı inatçılaşan ve üstüne üstlük bir de buna cephe alan adamın Nuh’un kavminden ne farkı kalır? Ne tür mazereti olabilir?
Allah kendisini umursamyanları öyle umursanmaz hale getirdi ki, kullarına onların yurtlarından alınan ne varsa bırakılmasını istedi. Onlardan kalan hiçbir şeye sahiplendirmedi.
Şimdi bundan sonra hangi mümin helak edilenlerin yerlerine geçmeye çalışır?
Şimdi bundan sonra hangi mümin helak edilenlerin kurduğu hayatın benzerine heveslenir?
Şimdi bundan sonra hangi mümin helak edilenlerin bakiyelerine iştahlanır?
Şimdi bundan sonra hangi mümin helak edilenleri helak eden şeylerin kendisine hayır getireceğini  bekleyebilir?
Şimdi bundan sonra hangi mümin Allah’ın dürüp kapattığı bir sayfayı açmaya cesaret edebilir?
Ömer Allah ondan razı olsun. İran fethedilip Kisra’nın tacı tahtı hepsi müslümanların olup her biri önüne atıldıkça ağlıyordu. Abdurrahman bin Avf:
Ey Ömer hayırdır bu gün sevinçli bir gün neden ağlıyorsun, dediğinde: “Evet vallahi öyle fakat ben bu servetin bizim aramıza fitne getirmesinden korkuyorum” diyordu. (Beyhaki)
Ömer’i ağlatan o servete sahip olanların davranışlarının da müslümanlara sirayet edeceği idi. Yoksa hiçbir metanın kendiliğinden kula zarar vermeyeceğini o da biliyordu. Ganimet helal idi ama o ganimet “kullanım kültürüyle” birlikte gelecek olursa o bir felaketti. Endişe, sahiplenilen bakiyeye karşı duruşun nasıl olacağında idi.
Kendisinden önce geçip de helak edilenlerin bakiyelerine sahip olmakla sevinen adam Ömer’in kaygısını taşımıyan adam demektir.  
Kendisinden önce geçip de helak edilenlerin bakiyelerine sahip olmakla sevinen adam Peygamber’in kaçtığı yerde konaklayacak adam demektir.
Kendisinden önce geçip de Allah’ın defterini dürdüğü kişi-topluluk ya da toplumların elinde olana iştahlanıp onu elde etmeyi zafer zannadenler kendisinden önce geçenleri hüsrana götüren ilk adımı atmış demektir.
Allah’ın helak sebeplerine sahiplenilmez. Peygamber aleyhisselamın durmadığı yerde çökülmez. Ömer’in ağladığına sevinilmez. Ebu Bekr’in kustuğu şey müslümanın midesinde durmaz.
Ebu Bekr ki allah ondan razı olsun bir gün anlaşmalı kölesi (köleler efendileriyle anlaşma yapıp gün boyunca kazandığının bir kısmını pay alarak efendisine vermek şartıyla özel iş yapabiliyorlardı ve para kazanabiliyorlardı) O’na yiyecek getirir. Ebu Bekr de ikram edilen şeyi yer. Kölesiyle konuşurken kölesi; bu yediğin şey neydi biliyormusun? der. Ebu Bekr çalışıp kazandığı parayla alınan yiyecek olduğunu söyler. Kölesi; hayır der; o benim cahiliye döneminde yaptığım falcılık parasıydı. Cahiliye döneminde adamın birisinin falına bakmıştım parayı ancak getirebildi. Ben de o parayla yiyecek aldım şimdi yediğin şey o parayla aldığım şeydi. Parmağını sokar boğazına, nevarsa midesinde, hapsini boşaltır. Allah’ın lanetlediği şeyin Ebu Bekr’in midesinde yeri yoktu.
Ne varsa  gazaplandığı Allah’ın, onları terk etmedikten sonra iman yerleşmiyor kalplere, hayır gelmiyor yaşamlarımıza. Dün birilerinin yaptığı ve içinde boğulduğu şeyler bu gün başkalarını kurtarmaz. Zaman değişse de Allah’ın sünneti değişmez. Topluca olmaz helakımız ama topluca çekeriz acıları. Ve tek tek yok olur hayatlarımız.

“Velhamdülillahi rabbil alemin”


12 Ocak 2015 Pazartesi

Allah'ı Umursamayanlar - 2

Ebu Derda; ‘Allah’ın bir tek namazımı kabul ettiğini bilmem benim için dünya ve içindekilerine sahip olmaktan daha sevimlidir.
                                      *                                   *                                    *
Allah’ı umursamayanlar… Yaşadıkları hayat boyunca Allah’ı hep orada bekleyip duran hayata müdahale etmeyen bir varlık gibi gördüler. Bu anlayışın sonucu olarak da kendilerinin tahmin ettikleri ya da öngördüklerinin dışında bir şeyle karşılaşmayacaklarını zannettiler. Yani Allah’ın yarattığı yer yüzünde, Allah’ın şah damarlarına sahip olduğu aciz kimseler Allah’ın arzında istedikleri gibi tepineceklerini zannettiler. Hiçbir işlerini Allah’a göre planlamadılar. Hiçbir işlerinde Allah’ı gözetmediler. Hatta öyleki yaşamlarına yön veren kavramlarında dahi onu hatırlatan şeylerden uzak kaldılar. Hayata dair tanımlamalarının içinde O’nun adı hiç geçmedi. İnsanı tanımlayan ifadelerin içinde hiç anılmadı. İnsanı yaratanın adı insanı tanımlarken bile tanımlama dışına itildi. Kararlarda O’nun istisnasına yer verilmedi. Muhabbet ortamlarında O’na dair bir şey söylenmediği gibi ortamlarından O’nu hatırlatacak şeyleri uzaklaştırdılar. Bilerek ya da bilmeyerek, farkına vararak ya da varmayarak bunu yaptılar. Allah’ı hep olagelen şeylerin ve yapılanların dışında tuttular. Allah’ın müdahalesini ihtimal olarak bile değerlendirmediler. Bir hakimin sözünün kesinliği kadar O’nun sözüne kesinlik tanınmadı. Tıbbın sözüne itibar edildiği kadar O’nun sözüne itibar edilmedi. Subhanallah! “kararlar yukarıda (Allah katında) verilirdi" halbuki.
Çevrenin etki ettiği kadar yeme-içme biçimine ve çeşitlerine, çevrenin etki ettiği kadar evlere, çevrenin etki ettiği kadar giyimlere, çevrenin etki ettiği kadar düşüncelere, çevrenin etki ettiği kadar hayatlara Allah etki etmedi, ettirilmedi. Allah’ın hayatları şekillendirmesine müsaade edilmedi. Hayatlar bu gurur ve haddini aşmışlık içerisindeydi. Bir gün bir adam geldi “Rabbim Allah’tır” dedi, hiç kimse O’nu umursamadı. Sonra “O Allah sadece benim değil sizin de Rabbiniz” dedi. Bu sefer bakışlarını ona yönelttiler. “Bu gittiğiniz yol yanlış” dedi. Bu sefer O’nunla alay etmeye başladılar. “Eğer böyle yaşamaya devam ederseniz öncekilerin başına gelen sizin de başınıza gelecek, vazgeçin şu yaptıklarınızdan” dedi. Bu sefer “çıkarın şunu yurdunuzdan” dediler. “Sen ne kadar da temiz adammışsın” deyip onunla ve uyarılarıyla da alay ettiler. Bunlar olup biterken herkes o umursamazlığında ısrar ediyordu. Umursayanlar olsa da aralarında, ortamın nefislerini esir etmesinden dolayı söylenenlere kulak verip uyaran o adamdan tarafa geçemiyorlardı. Aralarından bazıları işin hakikatini görüp “Evet, senin Rabbin olan Allah bizim de Rabbimizdir.” deyip hayatını Allah’a adayınca o güne kadar kendi kurdukları dünyada insancıklarına mutluluk bahşedenler o günden sonra düşmanlıkların en çirkinlerini sergilediler. Uyaran adamları testerelerle kestiler, dağ gibi ateşlerde yakmaya çalıştılar, boğmaya kalkıştılar… Halbuki bu adamlar kendi içlerinden çıkmıştı. Yabancı değillerdi hiçbirisine. Hem de uyarılarla topluluklarının karşısına geçmeden önce “itibar sahibi”, “emin” kimselerdi. Aynı adamlar uyarılarla gelince sanki aralarında daha önce hiç görmedikleri bir adama karşı duruyormuş gibi onu ve söylemlerini dışlamaya başladılar.
 İşte onlardan birisi Nuh aleyhisselam…
 İnsanları kurtaracak bir şeye çağırmasına rağmen çağırdığından dolayı alay edildi. İnsanları felaketten kurtaracak gemiye çağırdı onlar alay ettiler. Gözlerinin önünde her gün kurtuluşun çaresini inşa etti ama gelip geçerlerken alay ettiler. (Hud:37-38) Hatta öyle ki inşa edilme çabasıyla o kadar alay ettiler ki kendilerini unuttular. “Deniz de yok burada ama niye gemi yaparsın NUH!” deyip alaylı alaylı güldüler. Onlar bilmiyorlardı bir gün buralar da deniz olacaktı. Birilerinin felaketi iken diğerlerinin kurtuluşu olacaktı.
Nuh olmak… Kendisini çağrıştıracak hiçbir şeyin (deniz, okyanus) olmadığı mekanda mekandan uzak şeyi (gemiyi) bina etmektir. Ve bununla alay edilmeye razı olmaktır.
Nuh olmak… Zamandan ve mekandan münezzeh Rabbinin zaman ve mekana sahip olduğuna iman edip zamana ve mekana galip olacağını bilerek kurtuluş için gerekli olan şeyi bina etme çabasıdır.
Nuh olmak… iffetin unutulduğu bir toplumda iffetine sahip çıkmaktır. İffetin “hayat şartlarına, dönemin tarzına kurban edildiği bir zamanda iffet diye bir gemiyi inşa etmektir. hayat şartlarından, dönemin tarzından uzakta bir yerde o kurtuluş gemisini inşa etmektir.
Nuh olmak… İffeti yaşadığı yere ve zamana yakıştıramayanların ona gülseler de kurtuluşun çaresi olarak o gemiyi o boğulma gününe hazırlamaktır. Varsın iffet çabasına birileri gülsün. Varsın birileri dalanlarla beraber dalıp iffete dair anlayıştan mahrum yaşasın. Onlar o gemiye binmemeye baştan razı olmuşlardır zaten.
O gemi Allah’tan gelen vahiyle inşa edilmişti. İffet de aynı vahiyle inşa edilecektir.
Nuh olmak… haram ve helali dikkate alarak tertemiz bir hayat kurma çabasıdır.
Nuh olmak… kadın ve erkeğe dair ilişkilerin yeniden ele alınması ve herkesin susup yalnızca Allah’ın konuşmasıdır.
Nuh olmak… din adına uydurulan her şeyin bir kenara bırakılıp yalnızca Allah’tan gelene tabi olmaktır. Zamana ve şartlara uysun ya da uymasın, insanlara şirin gözüksün ya da gözükmesin. Allah’tan gelene tabi olmaktır.
Nuh olmak… Kendi ellerinle inşa ettiğin hayata itiraz edecek evlatla imtihan edilmektir.
Kendi arzuları için Allah’ın istediği şeyi inşa etmekten uzak duranlar Nuh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere yakınlıktan bahsedemez.  İmanların durumu Nuh gemiyi inşa ederken alınan tavırda belli olacak.  İmanların durumu toplumun kurtuluşunun kendisinde olduğu hakikatleri inşa edenlere karşı alınan tavırda belli olacak.
Tanımadıkları, çevrenin anlayışından farklı, hurafelerden uzak bir dini anlattığın zaman mekanlarından uzak deniz aracını (gemiyi) inşa edenlerle edilen alay gibi alay edildiğinde ortaya çıkar imanların durumu. Mekanın ve zamanın Rabbi olan Allah’ın kurduğu o bağdan habersiz alay edip de kendi afetlerini hazırladıklarında belli olur iman etmeyenlerin durumu. 
Deniz (sahabe yaşamı) bize uzak olabilir. Ama Allah bir gün denizi yer yüzüne hakim kılacaktır. Orayla ilinti kurarak oluşturululan her iman, orayla ilinti kurarak kurulan her yapı, orayla ilinti kurarak yapılan her konuşma, içinde bulunduğun hayata zıt olduğu için dışlanabilir, hatta, alay edilebilir. Hatta ve hatta dinin asra yorumlatılamamış yorumu olarak da bakılabilir. Üstelik bu tavır Nuh’un hikayesini her gün anlatanlar tarafından sergilenir. Çünkü denizle içinde bulunduğu hayat/ortam arasında bağlantı kuramamışlardır onlar.  Denizle bağlantı kuramayanlar bir gemi inşa etmenin gerekliliğine de inanmazlar. Denizle bağlantı kuramayanlar geminin inşa edilmesiyle alay ederler. Denizle bağlantı kuramayanlar bir gün o denizin kendilerini çepeçevre saracağını bilemezler. Allah’ı umursamayanlar denizi de bilmez, gemiyi de bilmez, Nuh’u da bilmez.
Nuh bir hakikattir. Nuh bir meseledir. Nuh araçları farklı ama dünya ile ilişkisi bizle aynı olan müslümanların en güzel numunelerinden birisidir. Nuh da kavmi de bizim hislerimiz gibi hisleri olan aynı sünnetullaha tabi tutulmuş insanlardır… Nuh’un derdi birilerini hiç ilgilendirmedi. Allah da onları helak ederken onlarla hiç ilgilenmedi. Hatta Nuh’un oğluyla bile…
Allah’ı umursamadığın zaman kimi umursarsan umursa ister falancalardan ol ister filancalardan ol, ister falancanın eteğine tutun ister filancalara mensup olmakla övün, kurtulamazsın. Peygamberin oğlu da olsan kurtulamazsın…


5 Ocak 2015 Pazartesi

Allah'ı Umursamayanlar - 1

Kim umursarsa o da umursanır. Kim umursamazsa o da umursanmaz. Dikkate aldığın kadar dikkate alınırsın. Bu Allah’ın katındaki sünnettir. Kurduğun hayatın içinde Allah’ı ne kadar umursarsan o hayatın içinde de Allah seni umursar. Hayatını kurarken dikkate almadığın Allah’ın seni dikkate alacağını bekleme.
Kavimlerin helakı, insanların helakı bu gerçeklik üzerinden yürümüştür. Nice kavimler nice topluluklar, nice devletler kuruldu da hepsi yok oldular gittiler. Nice tahtlarlar alaşağı edildi, nice zâtların defteri dürülüverdi de Allah hiç birisini umursamadı. Çok büyük devletleri vardı, çok büyük güçleri vardı, çok büyük ihtişam sahipleriydiler, herkes onların etrafında dönerdi, hayat onların kararlarıyla şekil alırdı, hiçbir şeye muhtaç değillermiş gibi kasıla kasıla yürülerdi de Allah hiçbirisini helak ederken umursamadı. “Onların ardından ordu indirecek değildik, indirmedik de. Onları sadece korkunç bir ses helak etti” (Yasin:29) Tüm o ihtişamları, tüm o gururları sadece bir ses ile yok ediliverdi.
Hani çok önemli adamlardı.
Hani her şey onlarsız hüsrandı.
Hani onlar tek umursanacak güçtü.
Ne oldu? “Arkalarından ne yer ağladı ne de gök” (Duhan:29)
 Allah’ı umursamadan kurulan her hayat her düzen Allah’ın küçücük bir sebebine yenik düşer. Ya Nemrut olur sineğe yenilir. Ya Ebrehe olur Ebabil’e yenilir. Ya da bir asaya.
Bir adam Allah’ı umursamazsa Allah da o adamı umursamaz. Bir adamı Allah umursamazsa o adam için hangi yol var ki gitsin, hangi el var ki tutsun, hangi güç var ki korusun, hangi şefkat var ki kefil olsun.  Allah’ın “Onu bana bırakın” (Müddessir:11) dediği gün gayrı kime gider o umursamaz.  
Bir adam Allah’ı umursarsa Allah da onu umursar. Bu durumda onu meleklerine de insanlara da aleme de sevdirir.  Sonra o adam ölür de Peygamber aleyhisselam onun için “Saad’ın (Saad bin Muaz) ölümünden dolayı arş sallandı” der. Arşın ölümüne üzüldüğü bir adam olmak için endişe duymak, umursamak gerekiyor.
Muaz bin Cebel radıyallahuanh ölüm döşeğinde iken ikide bir;
-“Sabah oldu mu” diye sorar, Ona:
-“Daha olmadı” diye cevap verilirdi. Nihayet bir defa “sabah oldu” dediklerinde Muaz:
“Sabahında ateşe gidilen geceden Allah’a sığınırım”  dedi. 
Geceyi umursuyor, sabahı umursuyor, ateşi umursuyordu. Çünkü gecenin de, sabahın da, ateşin de Rabbi olan Allah Muaz’ın da Rabbiydi.
Geceleri ve gündüzleri, sabahları ve akşamları, sevinç ve üzüntüleri, öfke ve sükunetleri, şenlikleri ve yasları, kadınları ve erkekleri, çocukları ve ihtiyarları helak olan kavimlere benzeyen toplumlar Allah’ı umursamazlar. Allah’ı umursamayan her kim ise onda Allah’ı öfkelendiren kavimlerin bir özelliği var demektir.
Allah’ın umursamayan kimseler…. Evet onlar ; evlilik düşüncesinde, evlilik merasimlerinde, çocuk beklentilerinde, çocuk yetiştirmelerinde, iş kurup para kazanışlarında, borcuna dair sorumluluklarında, arkadaş mekanları biçimlerinde, arkadaş muhabbetlerinde, ölüme karşı hislerinde, şenliklerinde ulaştıkları sınırlarında velhasıl hayatlarının hiçbir safhasında Allah’ı umursamadılar. Kendilerince iyileri kötüleri sıraladılar. Koca koca kitaplar yazdılar hayatlarına dair. Herkese dayatılan, herkesin tabi olması istenilen kanunları, nizamları oldu. Hiç kimsenin umursamaz kalmamasını istedikleri yazılı ve örfi kanunları, nizamları… Bunların hiçbirini yaparken Rabbim acaba ne der diye sormadılar, Rabbim kızar mı diye sormadılar. Ama Allah da onları umursamadı. Ne yaparlarsa yapsınlar, tarihte ne kadar uzun zemin teşkil ederlerse etsinler, yeryüzünde ne kadar nereye hükmetmişlerse hükmetsinler Allah onların değer verdiği şeylerin hiçbirine değer vermedi. Allah’ın yanındaki değerini umursamayan ya da unutup giden her kes her toplum her devlet o hazin sonu yaşadı. Tarih bize Allah’ı umursamayanların diliyle anlatıldığı için de biz o tarihihten bir şey anlamadık. Bunun için biz şimdi onların yaptıklarını yapsak da kapımızda duran tehlikeyi farkedemiyoruz.
Allah’ın kullarından talep ettiği bir şey bir filmin afişi kadar bile bizde ilgi uyandırmıyorsa, gündemimizde bir karşılık bulmuyorsa, “Ey Kullarım” seslenişini  bir müziğin nağmesi kadar bile kendi üzerimize alınmıyorsak gecelerimiz o kavimlerin gecesine, gündüzümüz o kavimlerin gündüzüne benzemiş olduğundadır.  
İbrahim Ethem’in hikayesi anlatılır. Bir gece kuş tüyü yatağında cennet hayali kurarken damda ayak sesleri işitir. Kim var orada diye bağrıır. Damdaki adam; “devemi arıyorum” der. İbrahim Ethem kızar; “damda deve mi aranır be hey adam” der. Adam; “damda deve aranmayacağını biliyorsun da kuş tüyü yataklarda cennetin aranmayacağını bilmiyor musun?” der .
Umursamazlara benzeyerek kurduğumuz hayatların içinde Allah’tan bulunduğumuz cennet taleplerimiz bize boş boş geri dönecektir. Biz Rabbim bana kızdı mı diye sormadığımız, acaba Rabbim ne der demediğimiz sürece hayatlarımız tek tek benzer sonları görecektir. 

Umuradığımız şey kadar değerimiz olacak. Varlığını ve yokluğunu umursadığımız şey ne ise bizi kıymetimizde odur. Daha ötesi değil.