22 Temmuz 2016 Cuma

Ayıklanma Zamanı

15 Temmuz 2016 Cuma günü Türkiye’de başarısız bir darbe girişimi oldu. Darbe girişiminin aktörleri Türkiye’nin son 50 yılında var olmuş bir Cemaatin TSK içindeki bağlıları, işbirlikçileriydi. Müsebbip yapı göz önünde bulundurulduğunda müslümanlara düşen 1- İbret almaktır 2- Kendimizi kontrol etmektir.  Burada söyleyeceklerimiz ibret almak bakımından kendimizi kontrol edeceğimiz hususlardan görebildiklerimiz olacaktır.
Herkes siyasi erkin alacağı tedbirlere odaklanmış durumda. Lakin bu sadece siyasetin ibret alacağı, tedbir alacağı bir durumdan ibaret değildir. Vakıflar, dernekler, cemaatler, tarikatlar vs. Allah için bir şey yaptığını söyleyen herkese ibrettir bu ve hepsi kendi içlerinde tedbirlerini almak zorundadır. Müsebbip yapıya karşı alınacak tedbirleri değil müsebbip yapı gibi olmamak için gerekli tedbirleri kastediyorum. En önemli tedbir de dinimiz ve din adına yaptıklarımızda olmalıdır. Tekerrür etmemesi için. Öyle ya dini de yanına alıp yola çıkan bir hareketten bahsediyoruz. Tıpkı elçinin ayak izinden parça alıp onun arkasından ihanet eden kişinin mantığı gibi.
 Şimdi herkesin “karnaval” havasından çıkıp başımıza gelen şeyin müsebbibi yapı ile ait olduğumuzu söylediğimiz yapıları kıyaslayıp benzerliklerimizden sıyrılma zamanıdır. Ayıklanma zamanıdır. Allah’ın dinine daha uygun hale gelebilmek için ayıklanma zamanıdır. Hasan El Benna’nın Gençlere Tavsiyesi bize de olsun; Maskaralık yapmayın. Çünkü mücahid bir millet, ciddiyetten başka bir şey tanımaz.”
Öncelikle şunu söyleyelim; Allah bize bunu ibret olsun diye yaşattı; helak olanların özelliği olan “karnaval” icad etmek için değil. Kan ve ölümlerle gelen başarıyı karnavala dönüştürmekten, kişisel garip hünerlerin sergilendiği yetenek yarışması havalarından çıkarmak gerekiyor?
Başa gelen bu vahim olayı tanımlayacak kavramlara dikkat etmeliyiz. Yaptığımız tanımlamalar Allah katındaki şahitliğimiz de olacak. İnsanları memnun etmek adına Allah’ı kızdıracak tanımlamalardan uzak kalmak gerekiyor. Çünkü bu gün yaptığımız tanımlama geleceğimizle ilgili bağlayıcı olacaktır. Yaptığımız tanımlamalar bugünü nasıl gördüğümüz ile ilgilidir. Allah da bu olayla ilgili olarak bize bu şahitliğimiz üzerinden muamele yapacaktır.
İkinci olarak da; müsebbip yapı ile ilgili olarak görebildiğimiz şeyleri dile getirelim.
Görebildiklerimizin bir kısmı şunlardır;
Avam ile Havas’ın (elit) aynı mekanda bir araya gelemediği yerlerle var oldular. Özellikle birbirlerinden uzak tutulurlardı. Mesela; Bir doktor ile bir sanayici aynı mekanda maklube yiyemezlerdi ya da binde bir olan bir şeydi. Bu ayrıştırmayı özellikle yapıyorlardı.
Asla düşünmeye fırsat verilmiyordu. Cemaate yeni katılan ve öğrenci evlerinde kalan öğrencilerin kendi başlarına odada yatmalarına izin verilmezdi. Kendi başlarına kalırlarsa “şeytan akıllarını çeler” denirdi. Küçücük de olsa şüphenin oluşmaması için en az bir sene ablukaya alınırdı; taki zihin ikna edilene kadar.
Bireysel tercihler olmadı, cemaate adanmışlık vardı. Öncelik cemaatti. Cemaatin öncelikleri Allah’ın önceliklerinin önüne geçerdi. En basit bir örnek; Bayramlarda çok istemelerine rağmen okuduğu şehirden ayrılamaz anne-babasının elini öpmeye bile gidemezlerdi. Çünkü; bayramlar fırsattı. Ramazan bayramında cemaate infak toplanacaktı, Kurban bayramında deri toplanacaktı. Hür bir adam yetiştirme projeleri hiç olmadı. Herkes aynı şeyi düşündü, aynı şeyi konuştu.
Ya zengin/çocukları tercih edildi ya da zeki aynı zamanda kullanışa müsait olanlar. İkisi de yoksa kim olursa olsun adam hesabına bile alınmadı. Yıllarca aynı şeye hizmet eden zengin biri işi bozulup da himmet edemez duruma gelince elinden tutulmadı. “Parasız adam gereksiz adam” gözüyle bakıldı.
Ayrı bir literatür geliştirdiler. Böylelikle kendilerini toplumdan soyutladılar. Allah azze ve celle “infak” dedi onlar “himmet” dedi. Peygamber aleyhisselam “ümmet” dedi onlar “cemaat” dedi. Ulema “ilim” dedi onlar “dogmalara” sarıldı. Aklı başında Müslümanlar “Vahiy” dedi onlar rüyaya sarıldı. Sonunda Mehdileri oldu, kamyon şoförü peygamberleri oldu.
Allah “infak” dedi onlar “himmet” dediler. Allah “infak” istedi onlar “himmeti” ortaya çıkardılar. Allah İnfakı kafire bile mübah görürken onlar himmeti cemaatin dışına haram kıldılar. Mesela Kuran kursu yaptırmadılar, İmam Hatip yaptırmadılar. Hatta hatta Cami yaptırdıklarına bile şahit olmadım. Kolejler yaptırdılar, dershaneler yaptırdılar, üniversite açtılar ve buralara dair hastaneler açtılar.
Onların yüzleri hep batıya dönük oldu. Doğu’ya dönmeyi hiç istemediler ve onlar gibi olmak istemediler. Neden kafir diyarlarında büyüyüp de Müslüman diyarlarında varlıkları olmadı? Neden imanları batıyı sevdirdi de doğudan nefret ettirdi. Bu bir yönelişti. Kafire fayda verip İslam’a zarar verecek şeylere yöneldiler. Yıllarca, odasının gizli bölmesinden seccade çıkarıp da “ben de aslında sizin gibi namaz kılıyorum” diyen papaz hikayelerinden gizli bir muhabbet oluşturuldu. Salakça ve aptalcaydı doğru ama binlerce insan bunu anlatanlara ram oldu, bende oldu.
Gittikleri hiçbir ülkede Müslümanlarla “diyalog” kurmadılar. Selam bile vermediler; burada olduğu gibi.
Kur’an ve sünnet ile ilgili hiçbir çalışmaları olmadı. Kur’an okuma faaliyetleri programları olmadı. Ne evlerinde, ne salonlarında, ne himmetli toplantılarında. Ama dünyanın her ülkesinden yüzlerce insan ile olimpiyatlar yaptılar, ergen kız ve erkekleri elele tutuşturup kardeşlik mesajı verdirdiler.
Satın aldılar. Gariban çocuklarını satın aldılar. Diploma heveslilerini satın aldılar. Genelde toplumun “ezik” lerini seçtiler. Bayanlarını ablalıkla, erkeklerini abilikle, ev imamlığıyla, semt imamlığıyla onurlandırıp hayatlarında kimseden görmediği ve göremeyeceği yetkilerle donattılar. “Ezik” adamlardan makamlara sultanlar bulundu. Satın alınmışlığın ardından bağlılık geldi. Üst’üne bağlılık anne-babadan, akrabadan, kardeşten daha önemli oldu.  Bu durumu kabullenemeyenler koptu gitti ya da aforoz edildi.
Anne babası cemaati eleştiren cemaat üyelerinin neredeyse tamamı anne-babasına, kardeşine, akrabasına, mesafe koydu. Toplumuyla bağları böylece kopmaya başladı. Koparılan bağ için geçerli bir sebepte vardı; “onlar cahil, bilmiyorlar”. Çoğu zaman cemaat adına en yakınlarının hatırları, gönülleri ezildi geçildi. Gerektiğinde cemaat için her türlü öfkeyi kendi özünden olanlara çevirecek kadar koptu bağlar.
Güce kavuşmak için her şey mübah sayıldı. Allah’ın insan bedenine, eşyaya, yiyeceğe ve içeceğe, mülke, hükümlere dair ne varsa hepsine ait sınırları cemaatin güvenliği ve bekası söz konusu olduğunda yeniden yorumlandı.
Fırkayı Naciye oldular. “Kurtulan Fırka” olmak onlara her şeyi küçümsettiği gibi onları her şeye karşı da tekebbüre bürüdü. Aynı anda iki duygunun da zirvesine çıkardı.
Bir taraftan herkese ulaşacak mekanizmalar, yapılar oluşturulurken diğer taraftan hiç kimsenin ulaşamadığı ve sorgulayamadığı bir lider ve lider kadrosu oluşturuldu.
Tâbi kılan bütün hislerin sağlam kalabilmesi, sorgulanmaması için ortamlar oluşturuldu. Yoğun bir hareketlilik kazandırıldı. Zihinler de hayatlar da yoğun bir hareketlilik yaşadı. Anne-baba, aile, akraba “hizmetin” yoğunluğu içinde kayboldu gitti. Bu kaybediş “Allah içindi”. Allah adına Allah’ın öne çıkardığı şeyler geri kaldı hep.
Allah için bir araya gelindiği söylense de Cemaatin var kalabilme mücadelesi Allah’ın dininin var kalmasının önüne geçti. Cemaat hep korunduğu halde Allah’ın dininin zarar görmesine bile bile göz yumuldu. En kritik zamanlarda Cemaatin menfaati Müslümanların menfaatine tercih edildi. Allah’ın değer verdiği şeylerin ayaklar altına alınmasına müsaade edildi; “Teferruatta” kaldı hepsi.
Özellikle Vakıflar, Dernekler, Cemaatler şunu görmüş olmalılar; Din adına toplayıp kendi bedenlerini büyütenler o bedenleriyle ibretlik olurlar. Ümmetten toplayıp kendi varlığı için yiyenler karınlarına ateş doldururlar. Allah’ın zamanı var, hesabı var, bekler ve o ateşi tutuşturuverir. Kimse de buna mani olamaz. En büyük, en etkili, en güçlü olmak adına kamu kurumlarına ve onların paralarına musallat olunduğunda, Allah’ın onların da peşine düşeceğini bilmeliler.
Vakıflar, dernekler, cemaatler parası kadar iş yapacak. Aç gözlülük yapmayacak. Haddi kadar iş yapacak kimseye yük olmayacak. Devesinin üzerindeyken yere düşen kamçısını yerdeki arkadaşından istemeyi ar bilip devesinden inerek kendisinin aldığı sahabeyi anlatarak örnek verenler aynı hassasiyeti Kamuya ait paralara göz dikip yük olmayacak. Hele hele bunu da “Allah için” hiç yapmayacak. Kendi işini kendi yapacak.
Ağıza Allah, Peygamber, Kur’an, din ifadelerini alıp da Allah’a rağmen bir şeyler yapmaya çalışanların Allah’tan göreceği hayırlı bir karşılığı yoktur.  Allah’ın kimseye torpili yoktur. Torpili olsaydı Hilafetimizi elimizden almazdı.
Himmet adına bildiğimiz gasplara alet olundu.
Havas’ın dillendirdiğinden başkası dillere dokunmadı.
Havas’ın gösterdiğinden başka şeylere göz değmedi.
Havas’ın iyi dediğinden başkası iyi olmadı, kötü dediğinden başkası da kötü olmadı.
Tüm yakınlık, havasa daha yakın olanlara oldu. Kıymet ve değer oraya “yanaşık” olmakla belirlendi.
Havas’ın kitabı Allah’ın kitabından daha kıymetli hale geldi.
Allah’ın kapattığı sayfa (Yahudilik-Hristiyanlık) tekrar açmaya kalkışıldı. Halbu ki biz şunu öğrenmiştik; Allah’ın kapattığı sayfa açılamaz, vurduğu mühür çözülemezdi. Kim bunu yapmaya kalkışırsa ona da öncekilere vurulduğu gibi mühür vurulacaktı, vuruldu.

Allah dinine zarar verecek şeyleri zamanı geldiğinde ayıklar, ayıkladı da.

Şimdi ayıklama zamanı bizde. Benzerliklerimizi ayıklama zamanı.