25 Nisan 2014 Cuma

“Kutlu Doğum”; Kar Topunun Çığa Dönüşmesi

Ebu Said El Hudri (ra)’den rivayet edilir ki, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle demiştir: “Şüphesiz ki sizler, kendinizden önce gelen milletlerin yoluna karışı karışına, arşını arşınına uyacaksınız. Hatta öyle ki onlar bir keler deliğine girseler siz de muhakkak onların arkasından gideceksiniz” uyacaksınız.  Biz: Ey Allah’ın Rasulü! Bunlar Yahudilerle Hristiyanlar mıdır? Diye sorduk. Allah Rasulü: “Başka kim olacak” dedi. (Müslim;4822)
Noel kutlamalarındaki şenlikler, paskalya yortusundaki şenlikler… Bir taraftan da Kutlu doğum haftasındaki şenlikler(!)… Birinin diğerine yaklaştırıldığı hatta benzediği bir durum aldı. Kur’an ve hadis faaliyetleri haricinde uygulamalar neredeyse aynı. Noelimiz yoktu oldu yakında bir de paskalya yortumuz olur. Olur mu olmaz mı şu örneklere bakalım sonra da karar verelim. Kutlu doğum Haftası kapsamında yapılan faaliyetler; Buz pateni, çocuk oyun alanları, kurulacak açık hava sinemasında “Fetih 1453” filmi gösteriminin yapılacağı etkinlik, hayfa boyunca ziyaretçilere ücretsiz yiyecek-içecek ikramı, 50 binin üzerinde kitap ve 5 bin adet fidan hediyesi. Umreye götürülecek 10 kişinin çekilişi,  İngiliz şarkıcı Sami Yusuf’un konseri. (Buraya kadar olanlar bir ilçe müftülüğünün bizzat desteklediği programlardır) Üzerinde Allah - Muhammed yazılı, şefaat ya Rasulallah yazılı, Kutlu doğum yazılı pastalar, yollara gülsuyu püskürterek gül kokusu ile peygamberi hatırlatma, peygamber için herkesin duygularını yazabileceği anı defteri. Uçurtma şenliği, kan bağışı, mevlit yemeği ikramı, şiir yarışması, Osmanlı’da sarayda yaşamış (naat) bestekarlarının bestelerinin icrası, tasavvuf müziği icrası… Yakında havai fişekleri ile kutlama olur herhalde ya da sakız adasındaki paskalya yortusunda olduğu gibi roketli kutlamalar…
İşte bu yapılanları görünce artık her türlü icada hazır olmak gerekiyor.
Bu yapılanlardan dolayı kıyamet günü Peygamber aleyhisselamla hesaplaşılmayacak mı zannediyoruz. O gün Peygamber aleyhisselama tabiiyetimizi-sorumluluğumuzu bunlarla mı ifade edeceğiz? Ya da şu an aramıza gelse peygamber aleyhisselam hangi kutlamamıza katılır? Sağ olsa ve katılsa doğum günü kutlamasından başka hiçbir vasıfla anılmayacak haller nasıl olurda aramızda olmadığında dinileşiveriyor.
Yeni bir gelenek icad ediliyor; yöneticiler eliyle, din hakkında söz sahibi kabul edilenlerin eliyle. Kuvvetli bir Kutlu Doğum rüzgarı oluşturuldu. Artık önünde durulmaz hale geldi. Böyle bir şey yok dendiğinde dinden bir şeyi reddetmiş gibi görülecek toplumsal bir travmaya gidiyoruz. Toplumsal hassasiyeti gözetmek lazım deyip kendimizi icad ettiğimiz duruma teslim etmeye doğru gidiyoruz.
Yanlışın devam ettirilmesi, üstelik hassasiyet umduğun insanların eliyle ve devlet meşruiyetini de kullanarak daha da derinleştirilerek devam ettirilmesi işin en acı tarafıdır. Ne umuluyor ne bekleniyor? Tepede başlayan bu açık tabanda rezilliğe dönüşüyor. İyi kabul edilenlerin sunduklarına dindenmiş gibi itibar edildiği bir dönem yaşıyoruz. Böyle bir dönemde iyi olduğuna inanılanların sorumluluğu daha da artıyor. Davranışları da ona göre ayarlamak gerekiyor.
Şeriatın başladığı yer de durduğu yer de bellidir. Ama keyfiyetin ne başlangıcı bellidir ne de sonu bellidir. İş keyfiyete teslim edilince kendi felaketimizi kendimiz hazırlıyoruz. İyiliklerimiz kadar zararlarımız da mizana çıkacak. Mazeretimiz yok. Yok etme imkanımızın olmasına rağmen, bunu yapanların çoğunun bunun yanlış olduğunu bilmelerine rağmen yanlışta ısrar ediliyorsa gelecek neslin Müslümanlarının bu yüzden çekeceği sıkıntılar bizim sırtımıza yüklenecek. Mizanda karşımıza gelecek.
Kimsenin sesini yükselterek itiraz edemeyeceği bir din icad ediliyor. Kendi ellerimizle bir put daha icad ediyoruz. Programlara teşrifler, harcamalar, masraflar, herkesin o güne dair iyi şeyler söylemek zorunda kalması. Yıkılıyor zannettiğimiz anlamsız kutlama ve bayramlar yerini din kılıfı giydirilmiş arzularımıza, ticari kazançlarımıza bırakıyor.
 Kutlanan kişiden fazla kutlamaya gelen zevat önem arz ediyor; hiç kendimizi kandırmayalım. Zira “Kutlama”  katılımcının önemi kadar önem arz ediyor. Peygamberin doğumunun değeri bile katılımcının siyasal, toplumsal seviyesine göre değişiyor.
Kutlanana apaçık saygısızlık var. 
Bir bidatten hayır umulur mu? Bir bidat canlılık verebilir mi? Bir bidat dayanak olabilir mi? Bir bidat hakkında iyi düşünülebilir mi? Bir bidat ne kadar masum olabilir?
İçine din üfürülmüş program komedilerinden peygamber sevgisi çıkar mı?
“İnsanlığın ihtiyacı” denecek bilgiler bile olsa bu güne cevaz vermemek için çıkılıp anlatılamaz. Bu günü kutlamak için bir araya gelmiş kalabalıklara din anlatarak fırsatı değerlendirme anlayışı da boş bir çabadır. Kutlamalara  “ne de vefalı ümmetiz” havasında gelen insanlara hangi noksanımızdan bahsedebiliriz. Dini anlatıp bunun dışında icat edilen hiçbir şey dinden değildir mi diyeceğiz? O zaman sormazlar mı bize oturduğun kürsüyü temsil ettiğin kişiyi (Rasulullah sallallah aleyhi vesellem) O’nun ve ashabının ve güvenilir hiçbir müminin yapmadığı bir şeyi yaparak mı dinde olmayan şeyden menedeceğiz diye?  İbn-ul Cevzi’ye bir köle gelmiş, ben efendimle anlaştım, anlaştığımız parayı da verdim ama beni hala azad etmedi. Cuma hutbenizde bu konudan bahsetseniz olur mu belki dediğinizden etkilenir de beni bırakır, der. İbn-ul Cevzi üç Cuma sonra çıkmış bu konudan bahsetmiş. Adam vaazdan etkilenmiş ve azad etmeyi geciktirdiği kölesini azad etmiş. Azad olan köle İbn-ul Cevzi’ye gelmiş demiş ki; üç haftadır Cuma günü sizi takip ettim bir şey söylemediniz üç hafta sonra söylediniz, neden beklediniz bu kadar. İbn-ul Cevzi şöyle demiş; “sen bana geldiğinde benim bir kölem yoktu. Bir köle aldım ve onu azad ettim sonra da bunu insanlara tavsiye ettim.” Yani yapmadığımız şeyi insanlardan istememiz dine ya da insana ne kadar fayda verir?
Bu günde hadis kitapları devirmek, hatimler indirmek neye yarar ki? Kur’an da, hadis de bir bidatin canlandırılmasında meşrulaştırıcı olarak kullanılıyor. Bid ‘atler “elçinin izinden toprak karıştırılmış” fitnelerdir. Ne kadar iyi niyet taşırsa taşısın dine faydası dokunmaz. Şeriat ortaya koyan şey iyi niyet değildir. Şeriat ortaya koyan Allah’dır, Rasulü’dür. Ne kadar iyi niyet taşırsa taşısın bir bidatten şeriat çıkmayacağı gibi bir bidatten hayır da gelmeyecek. Allah dinini bir bidate muhtaç kılmadı elhamdülillah.
Bidatlere olan saygı ve tazim kadar sünnetten bir tanesini anlatmak için bu kadar çaba harcanmıyorsa iyi niyetin bize ne faydası var. “Kur’an okumayan bir mümin olur mu?”, “Namaz kılmadan nasıl mümin olunur?” diyemediğimiz makamlardan, mevkilerden Peygamber sevgisi dağıtma şirinliğini bırakmak lazım.
İyi niyetlerle çıkılan kürsülerden daha işin başındayken inmek lazım.
Bu güne hasredilmiş tüm Kur’an okumalarını, tüm hatimleri, tüm hadis okumalarını, terk etmek lazım.
Bu günü, söylemek istediğimiz şeyleri söyleme fırsatı olarak gördüğümüz fırsat anlayışından çıkmak lazım.
Bu güne dair tüm beklentileri üzerimizden sıyırıp atmak lazım.
Bu güne dair bizden beklenen her talebi geri çevirmek lazım.
Bu güne dair bizim amel defterimizde kayıtlı hiçbir amelin ve sözün olmaması lazım.
Bizim bu günden bu günün de bizden uzak durması lazım.
Aksi halde avucumuzdaki kartopu çığa dönüşecek.

Aksi halde mevlidleri icad edenlerin yanlışlığına kızarken mevlidlere rahmet okutturacak yeni geleneğin müsebbibi olarak yazılacağız mizana. 

NOT: Google’dan “Kutlu Doğum Haftası” Vikipedi sayfasını mutlaka okumak gerekiyor. Kar yumağının çığa dönüşmesini görmek için.




1 Nisan 2014 Salı

Hakikat; Kullarıyla Kavga Eden Değil Merhamet Eden Allah

Evladına karşı onu her an gözleyen, ona yol gösteren, yapacağı şeylerin sonunda ödeyeceği bedelleri en güzel şekilde açıklayan bir baba var bir de evladına karşı umursamaz ve onu salıveren, doğruyu ve yanlışı göstermeyen bir baba var.
Evladına iyiyi ve kötüyü anlatan baba onu önemseyen babadır. O’nu öylece bırakıvermez. Evladına iyi ve kötüyü anlatmayan baba ise onu umursamayan babadır. O’nu öylece bırakıvermiştir.  
Batı’ya yön veren Yunan düşüncesinde (ki Aristo’nun düşüncesidir) “Tanrı insanları yaratmış ve öylece bırakıvermiştir”. Yani İnsanlar hayatlarını kendileri bulmuşlardır. Bu Allah’ı insanoğlunun hayatına müdahale etmekten uzak tutan anlayışın ilk adımıdır. Aynı zamanda Kur’an’ın savaş açtığı bir anlayıştır. Ama bize bilge adamın bilgileri diye okutturulur sürekli. Biz inanıyoruz ki gerçek bu değil. Gerçek olan Kur’an da anlatılanlardır. Batı Kur’an’ı görmezden geldiği için Allah ile kul ilişkisini bozmuş olan Yunan imanını kendine örnek kabul etmiştir. Çünkü yapmak istediklerinin en sistemli ilk biçimi Yunan’daydı. Hiç beklemeden hemen sarıldılar. Kendilerinin köksüz bir medeniyet olmadığını da söylemeye çalıştılar böylece. Batı tıpkı Yunan’da olduğu gibi Allah’ı hayattan diskalifiye etti. Kul yeryüzünde tek kaldı. Ve kendilerinin icadı bir insanlık türettiler. Maksat; Allah’ın (Kur’an’da) anlattığı insanlık biçimini gözlerden uzaklaştırmaktı. Maksat; Allah’ın anlattığı kul ile Rab arasındaki ilişkiyi gözlerden uzaklaştırmaktı. Böylece kendi kafalarındaki dünyayı kurmaya amade insanlık tarihini yazdılar. İnsan ile Tanrısı arasındaki ilişkiyi yeniden belirlediler. Tanrısına karşı sorumlu olmayan hatta Tanrısı tarafından tehdit altında yaşayan bir insanlık tarihi peydah ettiler ki Tanrı’nın insanlar arasındaki geçerliliğini, hükmünü yok edebilsinler. (Hristiyanlığın) Yalan yanlış iman edilen tanrısının bile varlığını istemediler. Ve her tarafından felaket fırlayan insanlık tarihini peydahladılar. Oluşturulan tarihteki insan tipi, Tanrı’sından uzak kendi kendine büyüyen, aletler icat ettikçe gelişen bir insandı. Sanki insanlık dünyaya terk edilmiş ama kendi yolunu çizmesini bilmiş bir varlık gibi anlatıldı. Süreç belli olmuştu. Tanrısı tarafından yalnızlığa ve karanlığa terk edilen insanlık ulaştığı mükemmel konumda Tanrısını söz sahibi yapmayacaktı. Bu amaca ulaşmak için her şey yapılacaktı.          
Önce bir Tanrı anlattılar. Prometheus efsanesinde olduğu gibi… Kullarından intikam alan, onları felakete sürükleyen, tüm gücünü kullarıyla kavga etmeye adamış, onların başına gelen her kötülükten zevk alan bir tanrı ortaya çıkardılar.
Sonra da insanlık tarihini anlattılar. Hiçliğe bırakılan, asırlarca mağaradan mağaraya çıplak çıplak dolaşıp duran, hayvansı bir tabiattan başlayıp evrilerek insan mükemmelliğine erişen, korkudan ve kendisine zarar veren her şeyden kurtulmayı öğrenen ve nihayet tanrının gizlediği tüm bilgileri ele geçirip “tanrıya ihtiyacı kalmayan” tanrıya galip gelen bir insanlık tarihini uydurdular. Tanrıyla ilişkili olan her şeye düşman oldular. Dini hayattan uzaklaştırmanın düşünsel alt yapısını oluşturdular.
Halbuki Kur’an bize bambaşka bir insanlık anlatır. İlk insanı bile bir peygamberdir bu dünyanın. Nerede kaldı hayvansı, cahil, ağaç kökleri yiyen insan. Onun oğulları Allah’a adakta bulunan bir din ve dünya anlayışına sahipti. Ortada çıplak çıplak gezen mağara adamları değildi. Adem’den hemen sonra gelen İdris (as)’ın bir meslek sahibi olduğu anlatılır. Hem de terzi… Onların çıplak insanlık tarihlerine inat. Onların tanımlamasında insan “sosyal bir hayvan” iken Allah “biz insanı en güzel şekilde yarattık” (Tin.4) der. Daha ilk insandan itibaren Rabbinin nimetlerine şükreden bir kul vardır Kur’an’da. Onların anlatımında kullarından bilgiyi sakınan tanrı var iken Allah bize bunun tam zıddını anlatır. “Allah, Adem’e bütün isimleri öğretti. Sonra eşyayı meleklere gösterip: eğer biliyorsanız bunların isimlerini bana haber verin, buyurdu. Melekler: seni tenzih ederiz senin bize öğrettiklerinden başka bir şey bilmeyiz, dediler. Allah: Ey Adem onları isimleriyle birlikte haber ver dedi de O’da eşyanın isimlerini söyledi. (Bakara;31-33) Yani melekten bile üstün kılınan bir insan. Rabbi tarafından bilgiyle donatılan bir insan. Bu örnekleri çoğaltabiliriz.
Batı’nın (küfrün), dünyayı Tanrı ile insanın mücadelesinin zeminiymiş gibi kurgulamaya çalışmasına rağmen Kur’an, bize hakikati şöyle dile getirir; "Ey Âdemoğulları! Ben, size, şeytana kulluk etmeyin. Çünkü o, sizin apaçık düşmanınızdır. Bana kulluk edin. İşte bu dosdoğru yoldur, diye emretmedim mi?"(Yasin.60)Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır." (Bakara;208)O, size ancak kötülüğü, hayâsızlığı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.” (Bakara;169) Yani bir dünyada mücadele varsa o da insan ile şeytan arasında geçen mücadeledir; tanrı ile insan arasında geçen bir mücadele değil.
Kur’an’ın bize anlattığı insan ile ilgili ayetlerden sadece bazılarına bakarak kurgulamaya çalıştıkları yalanı net bir şekilde ortaya çıkarabiliriz.
Son sözleri Kur’an söylesin bize…
Zariyat 56. Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.
İnsan 2. Biz insana iki yol gösterdik o ya şükredici olur ya da nankör.
Yunus 57. Ey insanlar! İşte size Rabbinizden bir öğüt, kalplere bir şifâ ve inananlar için yol gösterici bir rehber ve rahmet geldi.
Nahl 36. Andolsun biz, her ümmete, "Allah'a kulluk edin, tâğûttan kaçının" diye peygamber gönderdik. Allah, onlardan kimini doğru yola iletti; onlardan kimine de sapıklık hak oldu…
Bakara 151. Nitekim kendi aranızdan, size ayetlerimizi okuyan, sizi her kötülükten arındıran, size kitap ve hikmeti öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber gönderdik.
Bakara 147. Hak (ancak) Rabbindendir. Artık, sakın şüpheye düşenlerden olma!
Bakara 209. Size apaçık deliller geldikten sonra, eğer yine de yan çizerseniz, bilin ki Allah, gerçekten mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Bakara 203… Allah'a karşı gelmekten sakının ve onun huzurunda toplanacağınızı bilin.