14 Kasım 2016 Pazartesi

KAPILARDA KALANLAR; YİYİCİLER

İslam alametleri, Müslümanlık görüntüleri çoğaldıkça rahatlama içine girileceği zannedilir. Her yeni zaferin daha fazla rahatlık getireceği umulur. Bu dinin rahatlık getireceği kısmına abanan insanlar İsrailoğulları’nın karakteriyle aynı yerde buluşurlar.
Bu dinin fıtratında şu vardır; nerede –kimde görünmüşse derdi, çileyi çeker. Derdi çileyi çekmeden de müslümana ait hayat görüntüleri artmaz. Peygamber aleyhisselamın ömrünün sonunda gördüğü çileler vahyin ilk aşamasındaki çilelerden daha fazlaydı. Müslümanlar zaferler elde ettikçe çileleri arttı. Çileleri çektikçe de dinin o topraklara saldığı kök derinleşti, görünürlüğü (yayılması) arttı.
Müslüman görüntünün daha da artmasını isteyen bunun bedeline de hazır olacak. Bedel ödemeden kendi ailesinde, kendi mahallesinde, arkadaş çevresinde, şehrinde, ülkesinde, dünyada Müslüman görünürlüğün artmasını istemek Allah’tan olmayacak şey istemektir. Her müslüman bu evrelerden en az birinde dert, çile çekmeli, bedel ödemeli ki Allah da (dilerse) karşılığını versin.
Bedeline hazır olmadan gelen istek tembel adamın isteğidir.
Bedeline hazır olmadan gelen istek yiyicilerin isteğidir.  
Bedeline hazır olmadan gelen istek başa geleni baştakilerin hatalarına bağlayacak yanlışlığa düşmektir.
Bedeline hazır olmadan gelen istek baştakileri yalnız bırakma ihanetine kadar götürecek istektir. Hatta Peygamberi bile kendi başına bırakacak densiz ve dengesiz bir istektir.
 “Madem ki böyle yaptın “O HALDE SEN VE RABBİN GİDİN SAVAŞIN” derler. (Maide:24)
Ödemek istemedikleri bedeli katbekat ödetmeye kalkışırlar.
Peygamberleri onları bir an bile olsa bırakmazken onlar peygamberlerini kapılarda bırakıverirler. Peygamberleri onların her işlerine kefil olup onlara yoldaş olurken onlar en kutlu yürüyüş sahibini kendi haline bırakıverirler. Peygamberleri onlarsız hiçbir kapıdan girmek istemezken onlar kapılarda sırt dönerler. Peygamberleri onlardan bir tanesini bile gözden çıkarmazken onlar Peygamberlerini gözden çıkarıverirler.  
Bedel ödemeden nimete konmayı arzulayanlardır onlar. Bedelsiz, çilesiz kazanç peşinde koşanlardır. Riski sevmezler, garanticidirler, nemalanmaktan daha fazla iman ettikleri bir şeyi olmayanlardır.
Bir gün gelir Allah onların içlerindekileri ortaya çıkarmak ister. Onlara içi nimetlerle dolu bir şehir teslim etmek ister. Yanlarında peygamberleriyle onları desteklediği halde “şehrin kapısından girin orada sizin için nimetler vardır” denir ama onlar peygamberlerine “sen ve Rabbin gidin savaşın” derler. Yalnız kalakalır peygamber. Nimetlerle dolu şehrin kapısında kalakalır. MUSA Peygamber… “Rabbim” der “Rabbim! ben kendimden ve kardeşimden başkasına söz geçiremiyorum, bizimle bunların arasını ayır (Artık bunları dilediğin gibi yap)”.  (Maide: 25)
Halbuki orada onlar için nimetler vardı, güç vardı, üstünlük vardı.  Ama onlar 40 yıl Tih’te sürgün yaşamaya mecbur kaldılar. Çünkü onlar işin nemalanma kısmına talip oldular. Musa ve Rabbi gidip savaşacak sonra da bu beylere şehri teslim edeceklerdi. Onlar da girip tüm nimetlerden faydalanacaklardı. Allah onların bu anlayışını cezalandırdı.  Yani; “Allah ve Rasulü’nün zıddına hareket ettiği halde (onlara itaat edenlere teslim edilen) ikramlara sahip olma arzularını” cezalandırdı.
Nasıl bir anlayış... Hem gücünden faydalanacaksın, hem zenginliğini kullanacaksın, hem seçkin olmayı arzulayacaksın hem de bütün bunlar için gerekli şartlardan; fedakârlık ve mücadeleden kaçacaksın.  Kim açacak o kapıyı sana, içeridekiler mi? Sana karşı savaşanlar sana şehir mi teslim edecek?
Kim açacak o kapıyı sana, İlahi bir mucize mi? İlahına karşı gelerek ilahi bir güce nasıl kapı açtıracaksın?
O halde kim açacak o kapıyı?
 Sen.
Senden başkası açamaz o kapıyı. Senin mücadelen, senin fedakarlığın o kapıyı açıp o şehri sana teslim edecek. Bu hususta da Allah sana yardımcı olacak.
Nasıl açılacak?
Dünyaya sırtını dayamış işlerle cennet hayali kuranlardan olmadığını Allah’a ispatlayarak.
Şeytanı sevindirecek işler yapıp dururken güce kavuşmak için Allah’ın kudretinden medet umanlardan olmayarak.
Allah için bedel ödemek hususunda en arka safa sığınırken Allah’ın nimetleri dağıtıldığı esnada en ön safın kavgasını verenlerden olmadığına Allah’ı şahit tutarak.
Başka nasıl açacaksın ki o kapıyı?
Bilinmeli ki; Yiyicilikle yapılan işin olduğu yerde Allah’ın yardımı yoktur.
Yiyicilikle yürünen yolda Allah’ı da Rasulünü de dinleyen olmayacaktır.
Yiyicilikle gidilen kapıların başında yalnız bırakıp gitmeler olacak demektir.
Yiyicilikle yaklaşılan her işin sonunda Allah’ın cezalandırması vardır. Kiminle olduğuna bile bakmaz Allah, cezanı acilen indiriverir. Yanında saygın olan insanlar bile olsa, Salih insanlar bile olsa hatta Musa gibi Ululazm peygamber bile olsa cezayı keser. Bu Peygambere ve salihlere imtihan olur yiyicilere ceza…
Yiyicilikle dine sahip çıkılmaz.
Yiyicilikle müslümana sahip çıkılmaz.
Yiyicilikle Müslümana ait projeler sonuç vermez.
Yiyicilikle Allah’ın istediğine ulaşılamaz ancak kendilerini kandıranların hevesleri doyar.
Allah teslim ettiği ya da teslim edeceği her işte, her kapıda yiyicilerin olup olmadığına bakar. Zira yiyicilerin olduğu yerde Allah rızası olmaz. Muamelesi de ona göre olur.
Yiyicilik İsrailoğulları’nın karakteriydi. O karakterin düzelmesi için 40 yıl TİH’te yokluğu görmesi gerekiyordu. Gördü de…

Ne zaman bu ümmetin içinden de böyle birileri çıksa bu sürgünü yaşadı, yaşayacak. Allah’ın muamelesi farklı olmayacaktır.
O kapıdan geçmenin şartı ihlas ve ameldir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder