İslam
alametleri, Müslümanlık görüntüleri çoğaldıkça rahatlama içine girileceği
zannedilir. Her yeni zaferin daha fazla rahatlık getireceği umulur. Bu dinin
rahatlık getireceği kısmına abanan insanlar İsrailoğulları’nın karakteriyle aynı
yerde buluşurlar.
Bu dinin
fıtratında şu vardır; nerede –kimde görünmüşse derdi, çileyi çeker. Derdi
çileyi çekmeden de müslümana ait hayat görüntüleri artmaz. Peygamber
aleyhisselamın ömrünün sonunda gördüğü çileler vahyin ilk aşamasındaki
çilelerden daha fazlaydı. Müslümanlar zaferler elde ettikçe çileleri arttı.
Çileleri çektikçe de dinin o topraklara saldığı kök derinleşti, görünürlüğü
(yayılması) arttı.
Müslüman
görüntünün daha da artmasını isteyen bunun bedeline de hazır olacak. Bedel
ödemeden kendi ailesinde, kendi mahallesinde, arkadaş çevresinde, şehrinde,
ülkesinde, dünyada Müslüman görünürlüğün artmasını istemek Allah’tan olmayacak
şey istemektir. Her müslüman bu evrelerden en az birinde dert, çile çekmeli,
bedel ödemeli ki Allah da (dilerse) karşılığını versin.
Bedeline
hazır olmadan gelen istek tembel adamın isteğidir.
Bedeline
hazır olmadan gelen istek yiyicilerin isteğidir.
Bedeline
hazır olmadan gelen istek başa geleni baştakilerin hatalarına bağlayacak yanlışlığa
düşmektir.
Bedeline hazır
olmadan gelen istek baştakileri yalnız bırakma ihanetine kadar götürecek
istektir. Hatta Peygamberi bile kendi başına bırakacak densiz ve dengesiz bir
istektir.
“Madem ki böyle yaptın “O HALDE SEN VE RABBİN
GİDİN SAVAŞIN” derler. (Maide:24)
Ödemek
istemedikleri bedeli katbekat ödetmeye kalkışırlar.
Peygamberleri
onları bir an bile olsa bırakmazken onlar peygamberlerini kapılarda
bırakıverirler. Peygamberleri onların her işlerine kefil olup onlara yoldaş
olurken onlar en kutlu yürüyüş sahibini kendi haline bırakıverirler. Peygamberleri
onlarsız hiçbir kapıdan girmek istemezken onlar kapılarda sırt dönerler. Peygamberleri
onlardan bir tanesini bile gözden çıkarmazken onlar Peygamberlerini gözden
çıkarıverirler.
Bedel ödemeden
nimete konmayı arzulayanlardır onlar. Bedelsiz, çilesiz kazanç peşinde
koşanlardır. Riski sevmezler, garanticidirler, nemalanmaktan daha fazla iman
ettikleri bir şeyi olmayanlardır.
Bir gün
gelir Allah onların içlerindekileri ortaya çıkarmak ister. Onlara içi
nimetlerle dolu bir şehir teslim etmek ister. Yanlarında peygamberleriyle
onları desteklediği halde “şehrin kapısından girin orada sizin için nimetler
vardır” denir ama onlar peygamberlerine “sen ve Rabbin gidin savaşın” derler.
Yalnız kalakalır peygamber. Nimetlerle dolu şehrin kapısında kalakalır. MUSA
Peygamber… “Rabbim” der “Rabbim! ben kendimden ve kardeşimden başkasına söz
geçiremiyorum, bizimle bunların arasını ayır (Artık bunları dilediğin gibi yap)”.
(Maide: 25)
Halbuki orada
onlar için nimetler vardı, güç vardı, üstünlük vardı. Ama onlar 40 yıl Tih’te sürgün yaşamaya
mecbur kaldılar. Çünkü onlar işin nemalanma kısmına talip oldular. Musa ve
Rabbi gidip savaşacak sonra da bu beylere şehri teslim edeceklerdi. Onlar da
girip tüm nimetlerden faydalanacaklardı. Allah onların bu anlayışını
cezalandırdı. Yani; “Allah ve Rasulü’nün
zıddına hareket ettiği halde (onlara itaat edenlere teslim edilen) ikramlara
sahip olma arzularını” cezalandırdı.
Nasıl bir
anlayış... Hem gücünden faydalanacaksın, hem zenginliğini kullanacaksın, hem
seçkin olmayı arzulayacaksın hem de bütün bunlar için gerekli şartlardan;
fedakârlık ve mücadeleden kaçacaksın. Kim açacak o kapıyı sana, içeridekiler mi? Sana
karşı savaşanlar sana şehir mi teslim edecek?
Kim açacak o
kapıyı sana, İlahi bir mucize mi? İlahına karşı gelerek ilahi bir güce nasıl kapı
açtıracaksın?
O halde kim
açacak o kapıyı?
Sen.
Senden
başkası açamaz o kapıyı. Senin mücadelen, senin fedakarlığın o kapıyı açıp o
şehri sana teslim edecek. Bu hususta da Allah sana yardımcı olacak.
Nasıl
açılacak?
Dünyaya
sırtını dayamış işlerle cennet hayali kuranlardan olmadığını Allah’a
ispatlayarak.
Şeytanı
sevindirecek işler yapıp dururken güce kavuşmak için Allah’ın kudretinden medet
umanlardan olmayarak.
Allah için
bedel ödemek hususunda en arka safa sığınırken Allah’ın nimetleri dağıtıldığı
esnada en ön safın kavgasını verenlerden olmadığına Allah’ı şahit tutarak.
Başka nasıl
açacaksın ki o kapıyı?
Bilinmeli
ki; Yiyicilikle yapılan işin olduğu yerde Allah’ın yardımı yoktur.
Yiyicilikle
yürünen yolda Allah’ı da Rasulünü de dinleyen olmayacaktır.
Yiyicilikle
gidilen kapıların başında yalnız bırakıp gitmeler olacak demektir.
Yiyicilikle
yaklaşılan her işin sonunda Allah’ın cezalandırması vardır. Kiminle olduğuna
bile bakmaz Allah, cezanı acilen indiriverir. Yanında saygın olan insanlar bile
olsa, Salih insanlar bile olsa hatta Musa gibi Ululazm peygamber bile olsa
cezayı keser. Bu Peygambere ve salihlere imtihan olur yiyicilere ceza…
Yiyicilikle
dine sahip çıkılmaz.
Yiyicilikle
müslümana sahip çıkılmaz.
Yiyicilikle
Müslümana ait projeler sonuç vermez.
Yiyicilikle
Allah’ın istediğine ulaşılamaz ancak kendilerini kandıranların hevesleri doyar.
Allah teslim
ettiği ya da teslim edeceği her işte, her kapıda yiyicilerin olup olmadığına
bakar. Zira yiyicilerin olduğu yerde Allah rızası olmaz. Muamelesi de ona göre
olur.
Yiyicilik
İsrailoğulları’nın karakteriydi. O karakterin düzelmesi için 40 yıl TİH’te
yokluğu görmesi gerekiyordu. Gördü de…
Ne zaman bu
ümmetin içinden de böyle birileri çıksa bu sürgünü yaşadı, yaşayacak. Allah’ın
muamelesi farklı olmayacaktır.
O kapıdan geçmenin şartı ihlas ve ameldir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder