En pahalı cep telefonumuzu Peygamber aleyhisselam’ın bir oğlak leşinin kulağından
tutup “Allah’ın dünyaya verdiği değer sizin bu oğlak leşine verdiğiniz
değerden daha fazla değildir” dediği gibi hiçleştirip önemsizleştirmedikçe
çocuğumuza ne yaparsak yapalım o hastalıktan sıyıramayız.
*
* *
Allah insanı yarattı sonra da “O’nu en kıymetli
varlık kıldı.” (Tin:4) Şeytan ise bunu kabullenemedi. İsyan etti isyan ederken
de en büyük yeminini ve tek gayesini söyledi “Rabbim; beni azdırmana karşılık
andolsun ki ben de onlara yeryüzündeki fenalıkları
güzel göstereceğim ve onların hepsini azdıracağım” (Hicr:39)
İşte o günden sonra böylesine mahvetmeye adanmış ve
asla insafı olmayacak olan bir düşmanla aynı dünyada zarar görmeden yaşamakla
imtihan edilmeye başladık. Yalnız bırakılmadık ama. Allah o şedid düşmana karşı
hem bizim yardımcımız hem bizim vekilimiz oldu da bize lütufta bulundu.
Muhakkak ki şeytanın hilesi çoktur ama zayıftır da.
Sırtımızı Allah’a dayadıktan sonra en güçlü hilesi bile cılız bir hal alıverir.
İşte bunu bildiği için şeytan kulların rabbiyle irtibatı kesmeden hilelerini
uygulayamıyor. Merhale merhale emin adımlarla ilerliyor. Önce irtibatı
koparacak işlerle meşgul ediyor sonra da bitirici darbeyi indiriyor. Önce bağı
koparıyor sonra yalnızlaştırıyor nihayetinde de Allah’ı anmaktan uzak bir nesil
ortaya çıkıyor.
“...fenalıkları
güzel göstereceğim…” İşte bu şeytanın en büyük silahı. O zorla yaptırmaz hiçbir
şeyi. Bir şeyi güzel gösterir. Onu yapana kendisini ayrıcalıklı hissettirir.
Farklılığın “yeniliğine” inandırır da asla yalnızlaşmaya götüreceğini
hissettirmez. Herkes aynı farklılıkla hareket eder sonra bir zaman gelir herkes
aynı tür oluvermiştir. Sonra şeytan etki alanı içindeki herkesi yeni bir
şey(ler)le meşgul eder. Bu düzeni hem eğlenceli hem neşeli kılar ki kimse
hilesinin farkına varmasın. Lunapark çılgınlığı gibi bir hayatın içinde oyalar
durur insanları.
Her dönemde insanları oyalayacak bir şeyler mutlaka
bulmuştur Şeytan. Yaşadığımız şu an şeytanın en büyük oyuncağı internet ve telefondur.
Televizyon dönemi bitmiştir. Sinema dönemi bitmiştir. Yeni dönem internet ve
cep telefonu dönemidir. Özellikle de cep telefonu.
Telefon haberleşme aracı olmaktan çıktı şeytanın
Adem’i çıplaklaştırdığı ve yalnızlaştırdığı meyveye dönüştü sanki. Büyük
emeller vaat ediyor adeta. Her şeyin bilgisine sahip olunacakmış gibi,
herkesten ayrıcalıklı hal alınacakmış gibi, hayata dair tüm boşlukları
dolduracakmış gibi, huzur ve neşeyi sunacakmış gibi uzanıveriliyor. Ve şeytan o
büyük tuzağını yine kuruyordu; “fenalıkları güzel göstermek”. Bir telefon
fenalık olabilir mi? Bir telefon bu kadar ağır ithamlarla suçlanabilir mi?
Derdimiz telefon değil telefona o anlamı veren insanlardır. Şeytan insanı avucuna aldı mı en masum şey
bile bir bela oluverir. Rızık, araç,
çocuk, kadın, iş…vs. Eğer bir nesil
kendi icad ettiği bir şeye şeytanın vaat ettikleriyle yaklaşırsa ona mesafeli
olma vakti gelmiş demektir.
Cep Telefonu
çılgınlığı, zaten Allah ile olan bağları iyice çürümüş neslin evlatlarının
tümden Allah’tan koparılma çabasıdır. Bunun için Cep Telefonu, yeni bir nesil
kurgusuna dönüştü.
Otobüste güya lüzumsuz muhabbetten kurtulmak adına
kulaklıkların kulağa geçirilmesinden sonra kurgu gerçekleşmiş demektir.
Caddede, sokakta, araçta, evde kulaklıklar kulağımızda bir hayatı yaşıyorsak
kurgu gerçekleşmiş demektir. Bir mecliste, bir derste, hatta bir Cuma namazında
bizi kendisiyle meşgul ettiriyorsa kurgu gerçekleşmiş demektir. Uyumak için
vardığımız yatakta dahi bizi kendisiyle meşgul ediyorsa kurgu gerçekleşmiş demektir.
Yemekte, çayda, misafirlikte, babanın-annenin konuştuğu bir mekanda bizi
kendisiyle meşgul ediyorsa kurgu gerçekleşmiş demektir.
Belirleyici olan şeytanın süslü gösterdiği bu
davranış. Herkes aynı davranış kalıbına girdi. Hayatımızın en dar zamanlarında,
en hareketli zamanlarında en kalabalık zamanlarında bile aynı davranışları
sergileyen insanlarla karşı karşıyayız artık. Güya tek tip insan olgusuna karşı
duran liberal yaşamın tek tipleştirdiği tiplemeler hayatın görünürü olmaya
başladı.
Aynı biçime soktuktan sonra benzer sonuçlar
çıkacaktır. Burada karşılaştığımız şey bu. Toplumdan uzak, kimseyi umursamayan,
yaşadığı dünyaya kulak tıkayan, küçücük bir anını bile başkalarıyla
paylaşmayan, olan biteni ve olacak olanları hesap edemeyen, zekasını, ruhunu,
bedenini bir cihaza teslim etmiş bir nesil. Güya herkesin farklı olmasını
savunan liberal yaşamın ortaya çıkardığı aynı tiplemeler. New York metrosundaki
bir yolcuyla Konya tramwayındaki yolcu tipi aynı olmuştur. Tek tip insana
karşıyız diyerek safları darmadağın edenler tek tip nesil oluşturmayı
başarmışlardır.
Böyle bir yaşam biçiminde ne büyüğe hürmet olur, ne
küçüğe ilgi olur, ne komşuluk olur, ne hasbihal olur, ne bayram olur, ne seyran
olur, ne sevinç olur ne neşe olur. Her şeye karşı hissiz ve duyarsız bir yaşam.
Bunlar gelecek neslin felaketleridir. Bunlar şeytanın bize süslü gösterdiği
fenalıkların sonucudur. Mesele sadece cep
telefonundan ibaret değil. Mesele şeytanın hayatımızın olmazsa olmazı haline
gelen bir cihaza hükmediyor olmasıdır. Onu kullananları bekleyen tehlike
burada. Bir nesil O cihazla mutlu olarak
büyüyor. Bir nesil o cihaza bağımlı yaşıyor. Bir nesil o cihazın vaat ettiği
kadar “kankalık” yapıyor. Bir nesil tüm hayatını o cihaza göre düzenliyor.
Allah günleri değiştirdiği ve hayatı bu neslin eline bıraktığı zaman hal ne
olacak bunu düşünmek gerekiyor.
Kendi ellerimizle nesilleri bu hale getiriyoruz.
Başarılı olan bir çocuk cep telefonu ister, baba söz verir cep telefonu için.
Sanki onur meselesiymiş gibi mücadele eder çocuklar babalarıyla. Olması izzet
olmaması sefillikmiş gibi bir yanılgıyı kendi elleriyle güçlendirir
babalar-anneler. Cep telefonunu alan her çocuk akıntıya düşüp giden dal parçası
gibi kaybediyor kendini akıntıda. Çocuk cep telefonu ile kurulacak bağın çok önemli
ve zorunlu olduğuna inanıyor. Çevreden gelen etki bu inancı oluşturuyor. Bizim
cep telefonu ile olan bağımız eğer çocuğumuzun bu inancını pekiştiriyorsa baş
müsebbip biziz. Etrafa kızmaya gerek yok. En pahalı cep telefonumuzu Peygamber
aleyhisselam’ın bir oğlak leşinin kulağından tutup “Allah’ın dünyaya verdiği
değer sizin bu oğlak leşine verdiğiniz değerden daha fazla değildir” dediği
gibi hiçleştirip önemsizleştirmedikçe çocuğumuza ne yaparsak yapalım o
hastalıktan sıyıramayız. Önce bizim dünyamızda değerini kaybetmeli sonra onun
dünyasında değersiz olmalı. Zira oğullar babalarının kopyasıdır. Aynı
durumlarda genelde aynı davranışları sergilerler.
Gelecek neslin hali şunu gösteriyor (Allah’ın
dilemesi hariç): Ne yapsan etkilenmeyen, adeta robotlaşmış bir nesil. Robottan
insana giden siber robot modelini tersten uyguluyorlar yani. Duygu ve hisleri
olan insandan duygu ve histen sıyrılmış yarı insan yarı robota dönüşmüş bir
nesil. Hayatını ilgilendiren her önemli olayda sadece öğretilmiş davranışları
sergiler. Şenliği şenlik değil; neşeyi bilmez. Düğünü düğün değil; mutlu
olmasını bilmez. Ağlaması ağlama değil; hüznü tanımaz. Gülmesi gülme değil;
memnuniyeti bilmez. Sevgisi sevgi değil; içtenliği bilmez.
Yalnızlık içindeki insanlar yalnızlık içindeki gençler
yalnızlık içindeki çocuklar. Biz çocuklarımızı her gün bir yalnızlığın içine
terk ediyoruz aslında. Eğer ekin bitmez, kervan geçmez bir yalnızlaşma
tehlikesiyle karşı karşıyaysa çocuklarımız biz de bunun sıkıntısıyla
kıvranıyorsak İbrahim gibi olmalı çocuklarımız hakkında şunu demeliyiz:
“Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bazısını Senin evinin yanında ekin bitmez bir
vadiye yerleştirdim. Rabbimiz namazı dosdoğru kılmaları için. Sen de
insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir. Onları ürünlerden rızıklandır.
Umulur ki şükrederler.” (İbrahim:37) İhlasla yetiştirmeye çalıştığımız
neslimizi namazın merkez olacağı bir çevreye ya da mekana alıştırmalıyız.
Gayretimiz bu olmalı. Her gün çocuklarımızı bırakmak zorunda kaldığımız
yalnızlıkla ilgili olarak da İbrahim’in yaptığından başkasını yapamayız; Dua…
“Rabbimiz! Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir.” Yani
iyi insanların gönüllerini onlara meylettir… İbrahim’e yeten Rabbi bize de
yetecektir inşallah. Biz İbrahim gibi ihlaslı olmadıktan sonra iyi insanlar da
bizim evlatlarımızı bulmayacaktır. Bizdeki ihlassızlık çocuklarımıza gevşeklik
olarak yansıyacak onlardaki gevşeklik insanların zararlı olanlarının
gönüllerini onlara meylettirecektir. Bu matematik denklemi gibi şaşmaz bir şey değildir
elbet. Nuh’un ihlası oğlunun gönlünün iyi olmayanlar tarafına kaymasına mani
olamamıştı. İbn-ül Cevzi gibi alim bir baba öldü de evladı babasının bıraktığı
yüzlerce el yazması kitabını satarak parasını içki alemlerinde bitirmiştir.
Allah bunlardan ümmeti muhafaza etsin. Bunlar da karşılaşılabilecek şeyler ama
Allah’ın rahmeti geniştir. Biz O’nun rahman ve rahim sıfatına sığınırız.
Yolumuza da planlarımıza da böyle yön veririz.
Hani İbrahim demişti ki; “Rabbim! Bu şehri güvenli
kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut.” (İbrahim;35)“Rabbim! Beni
namaza devam eden bir kimse eyle. Soyumdan da böyle kimseler yarat. Rabbimiz!
Duamı kabul eyle.” (İbrahim;40) İbrahim’in derdi buydu. Bizim derdimiz de bu
olmadıkça çocuklarımızı yalnızlığın içinden nasıl sağ salim alabiliriz?
Yalnızlaştıran şeylerden nasıl uzaklaştırabiliriz? Şeytanın elinden nasıl
alabiliriz?
NELER YAPILABİLİR
Namazla ilgili özel çalışmalar
yapmalıyız. Çünkü olay sadece cep telefonu, teknoloji değil işin temelinde
yasak meyveye dönüştürülmüş bir kurgu vardır. Şeytan neyi yok etmek istiyorsa
hilesinin sonucunda, biz de oradan başlamalıyız önlemler almaya. Namaz müminin
kazığıdır. Oynaması tehlike, çıkması felaket demektir. Sinsi düşman hep bu
kazığı oynatmak için çalışıyor. Çökmüş çocuklarımızın tepesine ha bire kazığı
yerinden çıkarmaya çalışıyor.
Şunu kesinlikle bilmeliyiz ki
düşman ciddi, hilesi tehlikeli, amacı da helak etmek. Artık bundan sonra bu
olayı böyle görmek gerek. Aksi halde her türlü tedbir boş olacak.
*Namazla ilgili özel çalışmalar
yapmalıyız. Namaz kılınan mekanlar oluşturmalıyız. Çünkü olay sadece cep
telefonu, teknoloji değil işin temelinde yasak meyveye dönüştürülmüş bir kurgu
vardır. Şeytan neyi yok etmek istiyorsa hilesinin sonucunda, biz de oradan
başlamalıyız önlemler almaya.
*Çocuklarımızın yaşına denk ya
da yakın çocuklardan namaz kılanlarla ortak zamanlar oluşturmalıyız.
*Aile gezmeleri çocuğumuzun
geleceğine yönelik planlanmalı. Çocuğumuzun düşmesini istemediğimiz duruma
çekecek aile çevrelerinden uzak durmalıyız ya da sınır koymalıyız. Yakınımız
bile olsa...
*Cep telefonu ve interneti ona
sus payı olarak kullanmamamız gerekiyor. Bir koz gibi de kullanmamak gerekiyor.
Zira her koz değerli olan şey demektir. Belki zihninde zannettiğimiz kadar
değer taşımayan şeyler koz olarak kullanılınca “çok değerli” olacak.
*Çocuklarımıza yaşadığımız
dünyanın dışında bir şeylerin bize yön verdiğini hissettirmek gerekiyor.
*İbrahim’in yaptığı gibi
Allah’la irtibatlarını artıracak şeyler yapmak gerekiyor. Zihnini meşgul eden
kavramların din ile ilgili kavramlar olması için gayret şart. Türlü
çalışmalarla bunlar yapılabilir.
*Çocuklarımıza Kur’an’daki
peygamber ve şahısları ailemizden biri gibi tanıtmalıyız ki hayatımıza
girebilsinler.
*İnternet ve telefon ile
iştigali bitmeyen baba-anne örneği olmamalıyız.
Sonuç olarak hepimiz
çocuğumuzun, ailemizin içinde bulunduğu duruma göre bir takım çözüm yolları
bulabilir. Aynı yöntem olması şart değildir. Önemli olan İbrahim gibi samimi
İbrahim gibi ihlaslı olmaktır. İnşaallah İbrahim’e Kabe’yi oğluyla birlikte
imar etme şerefini veren Allah biz kullarını da birlikte secdelere varılacak
evlatlarla şereflendirir. Hatta ümit edelim ki Ömer bin Abdulaziz’i “kalk baba
kalk, namaz namaz!” diye uykudan uyandıran oğullar-kızlar bahşetsin Allah bize.
“Rabbena la
tezerna ferden. Ve ente hayrul varisin.” Enbiya; 89 (Amin)
Kalbine, zihnine, eline sağlık temennisiyle. Selam.
YanıtlaSil