*
*
*
Allah bizden razı olacağı dini (Maide:3) bize açıkça
bildirmiş ve o dini tamamlamıştır. Peygamber (as) da dini insanlara hiçbir eksiklik
(Enam:38) bırakmadan aktarmıştır. Bundan sonrasında iman ve itaat vardır; icad
yoktur. “Kim bundan sonrasında bir şey icad ederse o reddedilmiştir.”
(Buhari-Müslim).
Raşid halifeler dönemi gelen dini koruma dönemidir. Sonrasında
gelen dönem Ömer bin Abdülaziz dönemi hariç ayaklar altına alınan dünyanın baş
tacı edilmesidir. Bu yüzden ayaklar baş başlar ayak olmuştur.
Allah’ı razı eden, Peygamberi doyuran, ashabı doyuran din, bu
altüst oluşu yaşayanları doyurmamaya başladı. Ashabın uğruna canını verdiği
dini elleriyle yan tarafa çekip kendilerine başka yollar açmaya başladılar. Din
her zaman oldu ama önlerinde değil yanlarında idi çoğu zamanda arkalarında
kaldı. Allah’ın Vahye tabi kıldığı aklı vahyin önüne geçirdiler. Yunanlılardan
yapılan çeviriler, şirkin içine yerleştiği düşünceleri Müslüman topraklarının
zeminine yerleştirdi. Aklî olan şeylerle oynamak, oyalanmak o kadar hoşlarına
gitti ki onlar için en yüce adamlar feylezoflar oldu. Feylezofların sözleri
Allah azze ve cellenin ayetlerinden de Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin
sözlerinden de daha kıymetli hale geldi. Aç kalarak, dayaklar yenerek,
işkenceden öldürülerek, huzuru ve rahatı unutarak pisliklerden arındırılan
topraklarda keyfinin peşinde, ölümü edebiyattan ibaret dizelerde okuyan, acıdan
ve açlıktan haberi olmayan, fedakarlık nedir bilmeyen, insana dair derdi
olmayan sorumsuzlar yüzünden şeytan başka diyarlardan yeni yeni putlarını
getirip dikiyordu artık. Müslüman ismi, seherlerde göz yaşı döken, elinde kalan
son yiyeceğini kardeşine ikram eden, kendini bildirdiği ve zikretme imkanı
verdiği için her gün Rablerine hamd eden, Ayeti ve hadisi duyunca akıllarını
bir kenara çeken, hatta kapısına gelip de “bir de senin görüşünü almak istedim”
diyerek Peygamberin söylediğinin dışında bir şeyi arayan adamı oracıkta kılıçla
öldürüveren adamlardan gecelerini ve gündüzlerini lakırdıya vermiş, cedelci,
inatçı, kendini ibadetlerden azade kılmış, Hamdi ve şükrü unutmuş, aklı ve
akılcıları (felsefe, kelam, tasavvuf vs…) Allah’tan ve Rasûlünden daha yetkili
kılan, Peygamberini ve ashabını kendi öğrendiklerini (safsataları)
bilmedikleriyle eksikli bir duruma düşürmeye çalışan zavallılar topluluğuna
dönüştü.
Ümmetin payına bundan daha büyük bir bela düşer mi? Bu dini yok
etme derdinde olanlar böyle bir fırsatı kaçırır mı? Peygamberin ashabının
eğitimiyle arı duru hale gelmiş bu topraklar tüm kirli ve pis planların,
şeytanın emellerinin tezgahlandığı ortamlara dönüştü. Peygamber aleyhisselam
ömrünü verdi şeytanı bu topraklardan çıkarmak için ama birileri onu kendi
elleriyle tekrar getirdi. Hem ta Yunan’dan hem de bu ümmetin imkanlarını
kullanarak. Lanetlenerek kovulan şeytan Yüce Pîr olarak geri geldi.
Tüm hakikatlere kolayca saldırılmaya başlandı. Tüm kötüler iyi
gösterilmeye başlandı. Kötülerin sesi yüksek çıkarken iyilerin sesi
duyulmuyordu bile. İnsanlardan kalbi zayıf olanlar da yüksek çıkan sese tabi
oluyordu her dönemde olduğu gibi. O yüksek çıkan ses akılla vahye galip olma
derdindeki şeytanın sesiydi. O yüksek çıkan ses birilerinin hevesi, arzusu,
kıt aklıydı. O yüksek çıkan ses o kadar etkili olmaya başlamıştı ki insanlar o
sesten gelen her ifadeyi dinin bir kuralı ya da gereği gibi zanneder oldu. O
yüksek ses karşısına çıkan olmayınca Allah’ın arzında şişinmeye başlamıştı.
Hakikat üzere olan alimler ise ya tefsir ile, ya hadis ile, ya fıkıh kaideleri
ya da bunlara ait şerhler yazmakla meşguldüler. Sonraki dönemde “müthiş” diye
tabir edilecek ve asla abartı olmayacak derecede ilmi eserler ortaya kondu. Ama
o dönemi kurtaracak olan bu eserlerin çokluğu değil; Peygamber aleyhisselamdan
gelen arı duru dinin en yüksek sesle dile getirilmesiydi. Dini tahrif
etmeye çalışan, farzları hiçe sayan, Allah’ı ve Peygamberini gereksiz görüp
onlara alternatif getirmeye çalışan zalimleri ne bu eserler ne de müellifleri
susturamıyordu.
Bu toplum artık Peygamber aleyhisselamın bıraktığı toplumun özelliklerini kaybetmeşti. Bu toplum artık ashabı da hatırlatmıyordu.
Bu toplum artık Peygamber aleyhisselamın bıraktığı toplumun özelliklerini kaybetmeşti. Bu toplum artık ashabı da hatırlatmıyordu.
İşte böyle bir dönemde lazım olan öfkeli bir Musa idi. Önce
elindeki levhaları atacak sonra da dini tahrif edenlere haddini bildirecekti
(A’raf;148-150). Dinini terketmiş olanlara yeni bilgilerden, faziletlerden bahsetmeyi bırakıp Firavun'un pençesi altındayken anlatılan dini anlatmak gerekiyordu. Yani en başa tekrar dönmek gerekiyordu. Yani Lailaheillallah'a... Allah bu dönemde İbn-i Teymiye’yi lütfetti ümmete.
Elhamdülillah… Allah’a, O’nun dinine, peygamberine kastedilen bir yerde kitap
başında oturan değil, zalimin karşısına dikilen bir adam gerekliydi.
Söylemesi gerektiğine inandığı şeyler olsa da öncelik kendinde olanlar değil
söylenmesi gerekenlerdi. Allah’a ve Peygamberine kastedenlerin ve onların
saptırdığı halkın karşısına o an elde ne varsa atıp çıkarak mücadeleye girişmek
gerekiyordu. Zaman emirleri ve nehiyleri değil imanı anlatma zamanıydı. Zira din gidiyordu. Allah’a iman gidiyordu. Peygamberine iman
gidiyordu… Bunlara itaat değil iman gidiyordu… İşin en büyük tehlikesi de
buradaydı. İtaatten uzaklaşanı uyarırsın, kulağını çekersin daha da olmadı ceza
ile yola getirirsin ama bunlara iman gittikten sonra varoluş gayesini kaybetmiş
olursun. Musa’yı öfkelendirip elindeki levhaları attıran tehlike buydu. İbn-i
Teymiye’yi meydana çıkaran ve öfkeli kılan da buydu. İbn-i Teymiye’yi diğer
alimlerden bambaşka kılan da buydu. Onların yaptığı gibi elinde olanı anlatıp
duran medrese alimi olmayı da tercih edebilirdi, mescid de ders halkalarıyla
oyalanıp durmasını da bilirdi. Ama o önceliğin meydana çıkmak olduğunu gördü.
Ve bambaşka bir duruş sergiledi. Öyle bir duruşu olmalıydı ki Allah’a ve
Peygamberine kastedenlerin hepsi rezil ve rüsva olmalıydı. Öyle bir duruşu
olmalıydı ki dinleri bozan hainlerin ayakları evlerinden dışarıya çıkmaya cesaret
edememeliydi. Öyle bir duruşu olmalıydı ki ayak olmuş başları tekrar baş
yapmalıydı. Öyle bir duruşu olmalıydı ki saptıran zalimlere tabi olan halk
hakikatin sesini ve kararlılığını görerek gittikleri yolun yol olmadığını
görmeliydi. Öyle bir duruşu olmalıydı ki O’nun olduğu yerde sadece Allah ve
Rasulü konuşmalı gayrı herkes susmalıydı. Bu öyle bir ses olmalıydı ki uyuşmuş tüm
hücreleri canlandırmalıydı. Bu öyle bir ses olmalıydı ki kendinden sonraki tüm
cılız seslere cesaret vermeliydi. Ve insanlar görmeliydi Allah’tan gelene
sırtını dayadıktan sonra asla zillete düşülmeyeceğini.
Nitekim öyle oldu. Musa gibi geldi, sapıkların sesi
kesildi. Putları parçalandı. Zelil oldular. Haysiyetleri kalmadı. Mekanları
daraldı. Kazançları bitti. Bu yüzden çok düşman kazandı. O’nun varlığıyla
itibarsızlaşan herkes O’na düşman oldu. Allah ise O’nu düşmanlarına galip
getirdi. Alimler O’ndan cesaret aldı. Şeytan’ın planları bozuldu. Bu kadar yükü
yüklenen her adam gibi o da öfkesini bir silah olarak kullandı.
İbn-i Teymiye ile ilgili karakter tahlili yapılırken “öfkeliydi” denir. Kendisini öldürmeye ahdetmiş olanları bile bağışlayan bir adam nasıl hiddetli olur? Eğer bu tanımlama din ile ilgili tepkilerinden dolayı ise bundan doğal ne var ki? O Peygamber aleyhisselamın ümmetinden biridir. O’nun peygamberi de öyleydi. Şimdi Peygambere öfkeli mi diyeceğiz? Ömer’e öfkeli mi diyeceğiz? Öfkesi ümmete ait ümitleri mi söndürmüş? Öfkesi bir hayra mı mani olmuş? Öfkesi insanları dinden mi soğutmuş? Öfkesi zalimleri mi sevindirmiş?
İbn-i Teymiye ile ilgili karakter tahlili yapılırken “öfkeliydi” denir. Kendisini öldürmeye ahdetmiş olanları bile bağışlayan bir adam nasıl hiddetli olur? Eğer bu tanımlama din ile ilgili tepkilerinden dolayı ise bundan doğal ne var ki? O Peygamber aleyhisselamın ümmetinden biridir. O’nun peygamberi de öyleydi. Şimdi Peygambere öfkeli mi diyeceğiz? Ömer’e öfkeli mi diyeceğiz? Öfkesi ümmete ait ümitleri mi söndürmüş? Öfkesi bir hayra mı mani olmuş? Öfkesi insanları dinden mi soğutmuş? Öfkesi zalimleri mi sevindirmiş?
O’nun asıl öfkesi insanları saptıranlaraydı. Halka öfkesi ise
cehaleti taklit ettiklerinden dolayıdır. İbn-i Teymiyeyi “öfkeli” diye tabir
ettiren duruşu sapıklıkları icad edenlere ya da onlara alet olanlara karşı
takındığı tavrıdır. Bu kadar çilenin ve yükün içinde nasıl öfke olmasın. Halka
gelince halk O’nu çok sevmişti. Öldüğünde düşmanları rahat nefes alırken halk
binlerce kişi ile cenaze namazını kılmıştır. Herkes “Kur’an’ın Tercümanının”
cenazesine koşarak gelmişti. Karşılanışları nasıl kalabalık olmuşsa uğurlanışı
da öyle kalabalık oldu.
Şimdi bütün bunlardan sonra İbn-i Teymiye’nin öfkesiyle ilgili bir
olayı değerlendirelim. Şahsını övmeye gelen ve bu maksatla şiir yazan ilim
sahibi birini yazdığı şiirdeki imla hatalarından dolayı cahillikle nitelemişti.
Ona muhabbet besleyen adam o andan itibaren ona düşman olmuştu. Bu nasıl
muhabbet ki saniyeler sonra amansız bir düşman oluyor. Şimdi gelelim İbn-i
Teymiye’nin bu olaydaki tavrına. Önce onu anlamaya çalışalım kararı ise sonra
verelim. İbn-i Teymiye’nin üzerindeki yükün ağırlığından bahsettik zaten. İbn-i
Teymiye’ye gelen kişinin tavrı onu anlamada bize ipuçları verecektir. İlim
sahibi biri. Nasıl olur da övmeye meyleder. Peygamber aleyhisselam “sizi öven
adamın yüzüne toprak saçın” diyor. Yine yanında birisi övülüyor da bu övgüyü
yapana “şimdi onu öldürdün” diyor. Bunlardan nasıl gafil olabilir? Şayet gafil
değilse bu aşırıya kaçmaktır. Bu övgücülük öyle ileriye gitmiştir ki Ali’yi
ilah makamına oturtmuştur. Bu kimseler şimdi İbn-i Teymiye’nin en büyük
belalılarından biriydi. Bu övgücülük öyle ileri gitmişti ki; şeytan bunu
kullanmış Peygamber aleyhisselamı Allah’ın gücüyle nitelettirmiş kabrinden
medet umulur hale getirtmiştir. Bu sorun İbn-i Teymiye’nin yakasını o zaman da
asırlarca geçmesine rağmen şimdi de bırakmamıştır. Bu övgücülük öyle ileri
gitmişti ki Feylezoflar Allah’ın ve Peygamberi’nin önüne geçirilmiştir. Bunun
için İbn-in Teymiye’nin başındaki en büyük dertlerden biri de bu hadlerini
aşanlardı. Daha, daha, daha… Şimdi Sen İbn-i Teymiye’nin yıkmak için çıktığı
yolda o taşı getirip alnının çatına koyuyorsun. Sen İbn-i Teymiye’yi övmüyor
onu öldürüyorsun. O övgüyü kabul etseydi övgücüleri artacak daha ölmeden onu
diri diri mezara gömeceklerdi. O adama “beni neden övdün” ifadesi kullanarak kızmadı, cehaletini dile getirerek kızdı. Bu cehaletle düşmanlarına yardımcı oluyordu İbn-i Teymiye’ye
değil. Buna alışan yarın başka birini övebilirdi. Allah’tan başka övgüye layık
kimse yoktu. O halde ilmi kadarıyla haddini bilmeliydi. İbn-i Teymiye adamı bu
cahil tarafından vurdu ki diğer bilenler de bu ve benzeri hatalardan uzak
dursun. Allah bilir ama eğer şiirinde yanlışlık olmasaydı bu sefer direkt
olarak adama kızardı. Zira O’nda Ömer tabiatı vardı. Gerekirse ağacı keserdi.
Gerekirse adamı… Allah O’ndan razı olsun. Şiir sadece vesile olmuştur.
İbn-i Teymiye'den sakin olmasını beklemek Musa'nın Tur'dan inişinde sakin olmasını istemek gibidir. Mümkün mü?
İbn-i Teymiye'den sakin olmasını beklemek Musa'nın Tur'dan inişinde sakin olmasını istemek gibidir. Mümkün mü?
Şu halde İbn-i Teymiye’nin öfkesini zamanına, muhatap olduğu
kimselere, üzerindeki yüke, kendisiyle ilgili haince planlara, gayesine ve en
büyük düşman olan şeytanın o topluma yaptırdığı şeylere vakıf olmadan
değerlendirmek O’na yapılacak büyük bir haksızlık ve insafsızlıktır.
O da bilirdi durumu idare ettirmeyi.O da bilirdi ruhsatları
sınırsızca dağıtmayı. Ama o biliyordu ki dinin ortadan kalkmaya başladığı ve
cahiliye yaşamının yerleşmeye başladığı hatta yerleştiği bu fitne dönemlerinde
alimin idare etmek gibi bir hakkı yoktur. İnsanlara ruhsatlar dağıtma yetkisi
yoktur. Azimeti ön plana çıkarıp gerekirse her türlü tepkiye hazır olmak vardır.
Yumuşak geçişler, durumu idare ettirmeler, ruhsatların azimetlere
baskın hale gelmesi dini bekleyen en büyük felaketlerdir. Allah ondan razı olsun o da
bu felaketlere sebep olmadı. Düşmanları çok oldu ama Allah onu düşmanlarına
karşı hep destekledi. Dönemine göre bir duruş değil Allah ve Rasulünün yanında
bir duruş sergiledi.
Ruhlara zillet veren şeylere başkaldırıyı öğretti o.
Bunun için başkaldırıyı hisseden her adam onu mutlaka
bulacaktır. Kimi zaman anlama çabasında olanlar bulacak onu. Kimi zaman da
şahsi kavgasına meşruiyet arayanlar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder