Hannibal
Lacter Filminde adamın kendi beynini yediği sahneyi yaşıyoruz. Kalbimiz
çalışıyor, nefes alış verişimiz normal, dilimiz hareket ediyor ama bakışlarımız
boş, harekete geçirecek hislerimiz yok, itiraz etme-hayır diyebilme gücünü
yitirmişiz. Tüm Müslüman dünyası bu sahneyi yaşıyoruz. Beynimiz (Ortadoğu) verilen
narkozla uyuşmuş durumda. Müslüman
dünyanın beynidir Ortadoğu. Hem öyle bir narkoz ki beynimizi kesiyorlar,
parçalıyorlar ve bize yediriyorlar. Kendi beynimizi kendi ellerimizle
parçalayıp yiyoruz.
Bu hale geldiğimiz yüzlerce başlıkta incelenecek bir
durumdur. Fakat başımıza gelenlere görsel dünya açısından bakınca ciddi bir
narkozun yapıldığını görmekte hiç zorlanmayız. Medya’nın ve görsel dünyanın
(filmlerin) zihinlerimize etkisi, iğdiş
etmesi ve hissiz hale getirmesi nedeniyle kendimize zarar verecek işlere bile
karşı koyacak irademiz kalmamış ha bire bilinçsizce kendimizi parçalıyoruz.
Görsel dünyanın bize etkisini sıra dışı bir
düşünmeyle rahatlıkla fark edebiliriz. Puzzle’ın parçalarını bir araya
getirince hayret verici şeyler ortaya çıkıyor.
İki film bizim zihinlerimizi baydı. Binlerce filmin
içinden sadece ikisi ile bilinçaltımıza yapılan enjekte ile ne büyük bedeller
ödüyoruz. Elbette ödediğimiz bedeller sadece film/lerin bize etkisiyle olmadı
yüzlerce başka sebep var ama en küçük hücrelerimize kadar nasıl bir sızma,
enjekte var onu göreceğiz. Sadece
bizim/Müslümanların değil bütün dünyanın bilinçaltıyla nasıl oynandığını
göreceğiz. Bilinçaltına yapılan enjektenin reflekse dönüşmesini göreceğiz.
Refleksler bilinçaltının ürünleridir ve bilinçaltının kontrolündedir.
*
* *
Filmler maksatlıdır.
Filmler mesaj içerir.
Filmler yönlendirir.
Filmler değirmene su çeker.
ROCKY BALBOA
ve RAMBO… Birincisi özelde Müslümanların diğeri tüm dünyanın narkozudur. Beyne
yapılan uyuşturmadır.
Rambo serisi filmini izleyenler, dikkatle
izlemişlerse şunu görürler; Kahraman, güçlü, adaletli, vurduğunu deviren
pazulu, şefkatli ama zalime karşı da öfkeli gerekirse bir aslan kesilen, kendi
dünyasında yaşamayı tercih edecek kadar naif ama mecbur kalınca tüm dünyalara
dalabilecek kadar cesur bir ESAS OĞLAN vardır.
Boşuna gitmez hiçbir yere. Mutlaka bir zulüm vardır
ve o zulümden inleyen bir halk vardır. Kimsenin müdahale etmediği, durdurmadığı
bu zulme daha fazla göz yumamayan bir sistem (AMERİKA) vardır. Sistem onu
ADALET ve ÖZGÜRLÜK için görevlendirir. Nereye? Nereye olursa fark etmez.
Sistemin stratejik planları olan her yere. Kimi zaman KAMBOÇYA, kimi zaman AFGANİSTAN
ve mücadele süreklidir. Sistem sürekli mücadeleyi ve riski göze almıştır, tek
maksadı zulüm altında inleyen halkları ÖZGÜRLÜĞÜ’ne kavuşturmaktır. Halkların
başlarındaki DİKDATÖR’leri ortadan kaldırıp onlara kendi hür iradeleriyle
buluşturmaya (DEMOKRASİ) ahdetmiştir. Aslında istemeye istemeye müdahale etmek
zorunda kalır sistem (AMERİKA). KAMBOÇYA’daki zalim idareciyi ve askerlerini alt
eder gelir, masum insanları hapisten kurtarır özgürlüğüne kavuşturur. Masum
halk SİSTEM’in elçisine şükranlarını sunar. Kendi idarecilerinden daha şefkatli
bir elçi… Kendi idarecilerinin zulmüne karşı özgür bir anlayış… Ulaşılması ve olunması
gereken bir ayrıcalık... İzleyicinin kalbine inilir, bilinçaltına inilir,
ruhlar esir alınır farkına varılmadan. Ve hayranlık uyandırılır.
Ardından yeni bir seri gelir; ESAS OĞLAN,
AFGANİSTAN’a gider. Afgan halkını esarete mahkum etmek isteyen zalim Rusya’nın
zulmüne mani olmak için sistem harekete geçer. ESAS OĞLAN ikna edilemez ama
eski komutanı AFGANİSTAN’da zalim Ruslara karşı mücadele ederken yakalanır.
Naif ve adaletli esas oğlan hemen harekete geçer. Tamamen kurtarma amaçlıdır.
Ama bu kurtarma harekatı zamanla kendini koruyamayan bir halkın kurtarılması
sorumluluğuna da dönüşür. Tanrı!, bu vazifeyi doğal süreç içinde O’nun
omuzlarına yükler. Kaçamaz ve her iki sorumluluğu da hakkıyla yerine getirir.
Zalimin tepesine çöker ve en ileri silahlarına rağmen onları alt eder. Hem Tanrı(!)yı, hem de Tanrı(!)’nın sevdiği
aciz kullarını memnun eder ve “şükran ve minnetle” oradan ayrılır. Artık
AMERİKA Müslümanların dostu RUSYA müslümanların düşmanıdır. Filmin gerçek
olması için fazla geçmez. Gerçek hayatta da Amerika Müslümanların Dostu(!)
olur.
Rocky Balboa ve Rambo serileri öylesine, keyifli bir
vakit için imal edilmiş filmler değildir. Asla ve kat’a böyle değildir.
Zamanlaması olan, hedefleri olan bir film serisidir her ikisi de. Sanat adına eğlence
için izlenecek bir film değildir ikisi de. Oyuncu kadrosu, içeriği, mesajları
açısından özellikle kurgulanmış filmlerdir. Müdahalenin ön habercisidir. Ve tüm
dünyanın bilinçaltına “tepkiye gerek yok,
rahat olun” imajı vermektir.
Zihinlerdeki yabancılıklar görüntü, imaj ve mesajlarla tanışıklığa
dönüştürülür.
Her iki filmde de bilinçaltına atılan yüzlerce mesaj
var, ödev var, emir var aslında. Hedefe alınan ülke ve toplumlar üzerinde 10-15
yıl sonrası için düşünülen cerrahi müdahalelerin narkozu konumundadırlar.
Tüm dünya
toplumlarına sunulan bu filmler tüm dünyayı 10-15 yıl sonrasına “gassalın
elindeki mevta” gibi itirazsız hale getirme amacı gütmektedir. Başarılı da
olmaktadır. Hangi hususta? AMERİKA’nın dünyanın her yerine müdahale
edebilirliği hususunda.
Amerika'nın kesintisiz ve fiili olarak dünyaya müdahalesi 80’lerle başladı ve o günden beri homurdanmalar haricinde hiçbir devlet
karşı çıkmamıştır, çıkamamaktadır. Müdahaleleri özellikle İslam Dünyası üzerindedir. Beyinleri uyuşturulan Müslüman halkların itiraz etme gibi bir
durumları olamamaktadır. Fiili müdahalenin öncesinde yaptığı hamleler, kültürel dejenereler, iyi
çalışılmış medya oyunları ile 10-15 yıl içinde tüm müdahaleler meşru hale
getirilip hamleler yapılmaktadır.
Şu soruları bir soralım;
Şu soruları bir soralım;
Başka bir devlet için Amerika’ya tanınan meşruiyet
tanınır mı?
Başka bir devlet bunu yapsa ne olur?
Amerika'nın bir yeri işgal etmesiyle farklı bir ülkenin bir yeri işgal etmesi esnasında zihinlerimizdeki tepki nedir?
Sanki zihinlerimizde Amerika'ya her yere "el atma" hakkını vermiş gibi davranıyoruz.
Amerika'nın bir yeri işgal etmesiyle farklı bir ülkenin bir yeri işgal etmesi esnasında zihinlerimizdeki tepki nedir?
Sanki zihinlerimizde Amerika'ya her yere "el atma" hakkını vermiş gibi davranıyoruz.
80’li yıllarla birlikte Amerika Müslüman Dünya’ya el
atmaya başladı. Alt yapı çalışmalarını, psiko-sosyal tüm verileri iyice
işledikten sonra, ekonomik tüm köşeleri tuttuktan sonra vs. müdahaleleri ardı
ardına yapmaya başladı. Şu an geldiğimiz aşama müdahalelerin zirveye tırmandığı
noktadır. Ama hiç bir müdahale, karşı koyma, engel olma gerçekleştirilememektedir.
Müslüman dünya (Ortadoğu) üzerindeki ustaca taktikleri ve illüzyonlarıyla
harekete geçirecek beyinleri hissetmez hale getirdi. Acının en ağırını
yaşamamız gerekirken hiçbir acı hissetmeden cerrahi operasyonlar yapılıyor
ülkelere.
Sanki Hannıbal Lacter Fimindeki gibi... Adama kendi beyninin
yedirildiği sahneyi yaşıyoruz. Orta Doğu Müslüman’ın beynidir. Bize kendi
beynimizi yedirmekteler. İç çekişmeler, dışa karşı aciz kalış, kendi bedenimize
zarar vermeye götürüyor. En ihtimal dışı olanın yani kendi beynimizi bile bize
servis edenlerin sofrasındayız hala. Bize sundukları, parçalayıp yedirttikleri
Müslüman dünyasının beyninden başkası değildir. Hannibal Lacter’ın aldığı o hazzı alıyorlar. Sakin, güçlü, karşı
konulamaz ve acının bile kontrolü bozamadığı itaat edilmişlik.
En büyük acı
bile itiraza sebep olacak kadar hissedilmiyor.
Her şey filmlerle başlamadı elbette ama herkes de o
filmden bir parça kaldı. Eğlencelik zannedilen o filmlerden kalan şarapnel parçaları tüm bünyeyi sakat hale
getirdi.
Diğer filmin yani ROCKY serisinin ise daha gizli bir görevi vardı. Özellikle Müslüman dünyada... ROCKY’den RAMBO’ya sorunsuz geçişi sağladı. Zihinlerin sevdiği Rocky karakterini oynayan STALLONE, Rambo’nun içselleştirilmesine kolaylık sağladı.
Diğer filmin yani ROCKY serisinin ise daha gizli bir görevi vardı. Özellikle Müslüman dünyada... ROCKY’den RAMBO’ya sorunsuz geçişi sağladı. Zihinlerin sevdiği Rocky karakterini oynayan STALLONE, Rambo’nun içselleştirilmesine kolaylık sağladı.
Rocky Balboa Filmlerinin Müslümanlar ile bağlantısını
anlayabilmek için Rocky Filmleri ile Muhammed Ali’nin dünyadaki tüm
Müslümanların efsanesi haline gelmesi arasındaki tarihlere bakmak yeterli
olacaktır. Müslüman bir boksör. Şampiyonlukları dillere destan. Elbette doğru
ama Dünya Medyası’nda bu şampiyonluklar fazlasıyla dillendirildi. Özellikle
ezilen halkların yumruğu haline geldi Muhammed Ali. Sanki normal bir insandan
başka bir güce sahipmiş gibi Müslüman dünyasında övgülere mal oldu. Müslüman
dünya bazen Futboldaki başarısıyla kafiri yenince cihad kazanmış muamelesi
yaptığı gibi boksa da Müslümanların yumruğu olarak baktılar. İRAN-AMERİKA Dünya Futbol Müsabakasında olduğu gibi, Filistin asıllı bir sporcunun İsrailli birini geçmesindeki gibi... Müslümanların bu heyecanını dünya basını her geçen gün
daha da şişirdi. Bir yönüyle gaz alıyordu bir yönüyle de bir sonraki aşamada
gerçekleştirilecek müdahaleleri zihinlerde normalleştirecek filmlerin ESAS
OĞLANI’nı piyasaya hazırlıyordu. Sistem (AMERİKA) buradan girebileceği deliği
çok iyi gördü. Ve fazla geçmeden ROCKY filmleri piyasaya sürüldü. Müslüman
dünya boksu sevdi, sevdirildi. Müslüman boksörler heyecan uyandırdı. Biraz sonralardan da olsa TYSON gibi mesela. Müslümanların boks dünyasına olan seviciliği bilinçli
bir müdahaleyle yön değiştirdi. Beyin altına yeni bir kahramanı iliştirildi. Boksu seven Müslümanların gelecekte kurtarıcı filmlerin ESAS OĞLAN’ı
olacak olan kişi ile tanışıklığı başladı. Bir süre sonra da kimisinde az kimisinde çok bir sempati oluştu. Hemen hemen herkeste bir tanışıklık
oldu. Göz alıştı… Artık Müslüman olmayan bir boksörü de destekliyorduk. Kalbimiz
sadece Müslüman boksör için atmıyordu artık. Bizden olmasa da Sempati beslediğimiz bir boksör için de
atmaya başlamıştı kalbimiz. Mesela; Rocky, Rus boksörle ringe çıktığında Müslümanların tarafı ROCKY’nin
tarafında oluyordu. Sadece nüslümanlar değil tüm dünya Rocky tarafında oluyordu. Bu aynı zamanda Amerika’nın yanında olmaktı. Amerika sevgisi Rocky sevgisinin ardından
kalplere sıvışarak girdi. Rocky'nin desteklendiği o sahnelrin en can alıcı karelerinde Amerika'nın bayrağı dalgalandı hep. Tıpkı diğer filmlerde olduğu gibi. Gözlerimiz, zihinlerimiz ve ruhlarımız o bayrağın her yerde dalgalanmasına müsade edinceye kadar Amerikan bayrağı dalgalandırıldı filmlerde. Kimsenin rahatsız olmayacağı aşamaya gelinceye kadar her filmde dalgalandırıldı Amerikan bayrağı. Nihayetinde Amerika'nın bayrağı artık zihinlerimizde özgürce dalgalanır oldu. O bayrağa sarılıp ringi turlayan Rocky bize o bayrakla duygusal bir yakınlık da kazandırdı. Kızdığımız bayrak aradaki mesafeler kalktıkça duygularımızın az da olsa dokunduğu bir bayrak haline geldi. Hastalık bulaştı ruhlarımıza. Ve sonunda bir kahraman oldu Rocky. Ne hazindir ki
yıllar sonrasında Muhammed Ali “eski efsane” olarak anılırken Rocky hep “yaşayan efsane” olarak muamele gördü. Bu, Müslüman zihinlerde Rocky
Balboa’nın Muhammed Ali’ye karşı zaferiydi ne yazık ki!
Muhammed Ali sadece alkışlanan, Rocky Balboa ise
idol olarak dünyaya sunulan adam oldu.
Nihayetinde Rocky, bilinçaltına atılan sevilen adam
imajını garantiledi. Sonra birden kurtarıcı oluverdi aynı adam. Tanışıklık ve
muhabbeti zihin altına yerleştirilmiş adamın Kahraman olma hakkı vardı ve bu
hak ona verildi. Elbette kimse eline pankart alıp yapmadı bunu ama zihin
altında bu hak verildi O'na. Resimlerle, posterlerle, afişlerle yeni nesillere daha bir
işlendi bu. Rambo gözlüğü, Rambo atleti, Rambo bıçağı kullanmaya başladık.
Tarzımızı değiştirdik. Zihnimizin esir alınmışlığıydı bu. Ve ROCKY’den RAMBO’ya
dönüşen bir Efsane ile karşı karşıya kaldık. Ruhlar ve zihinler bunu kabul
etti. Medya ile kabul ettirildi. Kapitalist pazarla kabul ettirildi.
Artık RAMBO nereye müdahale ederse etsin bizim de
desteklediğimiz bir özgürlük
savaşçısıydı. Çünkü biz onun geçmişini biliyorduk. Dünya’nın her yerine
müdahale edebilecek, müdahale ettiğinde de haklı sebepten dolayı müdahale
edecek bir adalet savaşçısıydı. Hatta
kendi vatanımıza (Afganistan’a) geldiğinde bile ruhlarımızda ve zihinlerimizde
destekledik O’nu. Farkında olmadan da arkasındaki sistemi yani AMERİKA’yı
destekledik. Zihinlerimiz, Rusya’yı Afganistan’daki yabancı olarak
tanımlarken aynı zihinlerimiz Amerika’yı Afganistan’ın yabancısı olarak görmedi.
Çünkü bilinçaltımızda Amerika oraya giderse Afgan Halkı’nın hayrına, iyiliğine
gider diye enjekte edilmişti. Bunun için de itiraz etmedik. Rusya’nın Afganistan’a girmesi esnasındaki
itiraz ve cihad arzusu Amerika’nın Afganistan’a girmesi esnasında ortaya
çıkmadı. Ve sonraki işgallerinde de çıkmadı.
Şimdi Amerika sınırımızda. Şimdi Amerika Kalbimizde
(Mekke-Medine ve civarı). Şimdi Amerika her yerde. Onun yokluğunda sükunetin
hakim olduğu yerlerde şimdi her gün bedenler parçalanıyor. Hem de Müslüman
müslümanın bedenini parçalıyor. Bir taraftan kendi bedenlerimizi parçalarken bir
taraftan tüm İslam Dünyası’nın beynini parçalıyoruz. Birbirimizi yediğimiz gibi
aslında Müslüman dünyanın beynini yiyoruz. Bize bedenlerimizi ve beynimizi
parçalayıp yedirecek kadar hislerimizi almışlar, bilincimizi yitirtmişler.
Nasıl haz almasınlar ki?
Ama Allah’ın da göreceği bir hesap zamanı gelecek.
Bu bir avuntu değil ümidimizdir Allah’tan.
Allah en iyi bilendir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder