·
“Köklerimizden
gelen bir değişim yaşamıyoruz, köklerimize sızan bir değişimin aracı oluyoruz.”
…
·
“Riyakar bir çöplüğe
dönüşüyor muhafazakar kamusal alan.”
…
·
Büyük
ideallerle çıkılan yolun sonunda kendi gerçekliğiyle baş başa kalan bir
dindarlıkla karşı karşıya kaldık.
…
·
Muhakkak ki Allah
bizim ne yapacağımızı görmek istiyor.
*
* *
Yıllarca müslümanların kamusal alandaki mücadelesine, cihadına
şahit olduktan sonra elde ettiği şeyde kendini eleştirecek dönüşüme girmesine şahit
oluyoruz. Kamusal alandan kastım özellikle görünür olan TV, Radyo, Gazete,
Sinema’dır.
Kamusal alanda dini görünümler yıllarca pek görülmedi. Birkaç
kandil programı, Ramazan’da iftar vaktindeki cami ve cumbalı ev silüeti
yanındaki Hacivat-Karagöz gösterileri, Cuma günkü 12. Sayfa anlatımları hariç.
Yerelde bir takım çalışmalar oldu elbet ama tüm ülkeye hitabeden bir yayın
organında bunlar olmadı. 90’lardaki bir takım girişimler lokalde kaldığı için
“bir kesime” ait oldu. Yaklaşık 20 yıldır politik alanın Muhafazakar
Müslümanlar tarafından etki altına alınması sonucu durumda büyük değişiklikler
oldu. Şimdi ise dini görünümlerin bariz bir şekilde boy saldığını
görebiliyoruz. “İlk” kez görünen çok şeyle karşılaşmaya başlıyoruz. Bu bir
taraftan birilerini “ilk”lerden dolayı heyecanlandırırken bir taraftan da
birilerini tedirgin etmektedir. Müslüman kesimin bir kısmı adına “İlk”lerin
görülmesi, devamında gelecek “asıl beklentilerin” şimdilik idare edilecek
işaretleri olarak görülmektedir. İlkler arttıkça beklentiler de artıyor.
Her şeye dini figür işlenir oldu. Filmlerde din vurgusu daha çok
işlenmeye başladı. Sinemacıların dini ya da din motifli senaryoları piyasada
daha fazla tutmaya başladı. “Laiklik” garantisi koruma altında olmasına rağmen
laiklerin, laiklik vurgusu yapan sanatçıların artık geçim sorunu bile yaşamaya
başlayacak kadar kamusal alandan silinmeye başladığını görüyoruz. Neredeyse her
gün Kabe’li selfilerle kamusal alanda boy gösteren gazeteci, sinemacı,
futbolcular vs. daha da fazlalaşmakta olduğunu görmekteyiz. Onlar daha fazla hayran
kitlesi oluşturmaktadır. Aşk sanatçıları ilahiler söylüyor. Ramazan
hatıralarını anlatıyor. Baş ötüsünün her resmi dairede “müsâdeli” olduğunu
görüyoruz. İslamî ya da muhafazakar romanlardan filmler yapıldığını
görüyoruz. Örtünme’nin kamusalda yasak
olduğu dönemden Muhafazakar Moda defilelerinin düzenlendiği zamanı yaşıyoruz.
Kapalı kızların futbol takımı kurup maçlara çıktıklarını görüyoruz. Ses yarışması özentisinde KUR’AN yarışması
düzenlendiğini görüyoruz … vs.
Görebiliyoruz görmesine ama bir taraftan da bir yanılgının içine
düşüyoruz. Nedir bu yanılgımız? Şudur;
Yukarılarda (kamusal alanda)dini görünüm anlamında bir zamanlar
görülmeyen şeylerin görülmeye başlamasından dolayı çocuksu bir sevinci yaşarken,
tabandan yetişen nesillerin duygu ve hislerini asıl mecrasından çıkarmakta ve köklerinden
koparıp atmakta olduğumuzun farkına varmıyoruz.
Gazeteci, futbolcu, şov programcıları vs Kabe selfili
fotoğraflardan sonra kendi hayatlarıyla ilgili bir değişime gitmiyor. Sadece
kendilerini izleyenlerin, takip edenlerin duygularını değiştiriyor yani yeni
muhafazakar alana göre güncelliyor kendini. Varlığının devamını sağlıyor
böylece. Bir taraftan da muhafazakar alanın değişmesine ön ayak oluyor. Kapanan
bir şov programcısının, sinema sanatçısının görüntüsü muhafazakar kesimin kız
ve kadınlarının kıyafet idolü ya da görünmek istediği “biçim” haline
geliyor. Değişim muhafazakarlarda oluyor
hep. MUHAFAZA etmekle mükellef
muhafazakarlar sonraki nesillerin de değişiminin öncüsü oluyor böylece. Değişim
ve değiştirme heyecanı koruyuculuğun önüne geçiyor.
Din vurgulu, şeyhli, pir li filmler yapılıyor ama bu filmlerin hiç
birisi kökleriyle buluşturmuyor nesilleri. Sadece artistlerin muhafazakar
gündemde varlığı perçinleniyor. Köklerden gelen söylemlerin kamusalda ve resmi
alanda “rahatsız edici”, “buyurgan”, “inzar edici” kısımları devre dışı
bırakılarak oluşturulan büyük prodüksiyonlar zihinlerde asıl söylemlerinden
çıkarılmış bir din sunuyor muhafazakarlara . Humanizmanın dini söylemlere hakim
olduğu Hristiyanlık benzeri bir Protestanlaşmayı özümsüyor nesiller. Bunu da
müslüman geçmişi anlatan filmlerde, dizilerde yaşıyoruz.
Başörtüsü kamusal alanda serbestleşti ama örtünme imanımız,
peygamberin azarını işitecek kadar zedelendi. Giyinik çıplaklığa rağbet oluştu.
Gizlemek için “inzal” edilen örtünme en bariz “ifşa” aracına dönüştü.
Son olarak karşımıza gelen Televizyonda KUR’AN YARIŞMASI…
Muhalifine benzeyen bir durum. Keler deliğine bile girseler gireceğiz belli ki.
Birikimini ve köklerini kuşa çevirerek kamusaldaki varlığını korumayı
hedefleyen muhafazakarlık kendi muhalifinin alternatifi olabilmek için
kamusalda geçerli olanları “tutulanları” geliştirmek zorunda kalıyor. Uysun ya
da uymasın bunu dinileştirerek yapıyor.
İşlerin
toplamına baktığımızda kamusal alan ve kamusal alanın asıl etkilediği nesiller
dinileşmiyor aksine dini olan köklerini kaybediyor. Şöyle ki;
dindarların ya da muhafazakarların diniliği “görünürleştirmek” adına ortaya
koydukları şeyler Peygamberden ya da sahabeden bir parçayı, ittibayı ya da
ittikayı değil nefislerdeki bir arzuyu, dünyevileşmeyi görünür kılıyor. Mesela; İlahi söyleyen aşk şarkıcısı
İslamileşmiyor aksine onu dinleyen daha bir aşkçı oluyor. Ya da bir zamanlar
oruçlu olması bile kamusal alanda infial yaratan futbolcunun Kabe selfili pozları
Kabe’yi hayatının merkezine koyacak bir yaşama yöneltmiyor. Kumsaldaki
sevgilisiyle fotoğraflarda görünmeye devam ediyor, havuz başı sefasına devam
ediyor, aşk kaçamakları devam ediyor, değişiklik sadece onu takip eden gencin
duygularında oluyor. Zengin olma ve onun dünyası gibi bir dünyaya sahip olma
rüyalarına dalıyor genç. Film artistleri, dizi oyuncuları dini ya da
köklerimizdeki bir şahsiyeti temsil eden rolde oynarken o şahsiyete ya da
dindarlaşmaya giden bir yola girmiyor; sadece o senaryonun bitimine kadar öyle
görünüyor. Özel hayatında sarmaş dolaş biçimde karşımıza çıkabiliyor. Bir
değişiklik olmuyor anlayacağımız. Değişiklik onu takip edenlerde oluyor. Özenti
başlıyor.
Garip bir durum ki bir ilimizde şehir müzesi açılıyor. Şehir
müzesinin girişine o şehirle özdeşleşmiş bir şahsiyetin mumya heykeli
yapılıyor. Kök’lerimizdeki bu adamın siması onun hayatının gösterildiği
dizideki başrol oyuncusunun siması. Benzetmesi değil, hem de ta kendisi. Satışı
daha fazla yapsın daha fazla turist getirsin diye yapılıyor bu. Dönüşüm böyle
oluyor işte; geçmişi şimdiyle değiştirmek durumuna düşüyoruz. Köklerimizden gelen bir değişim yaşamıyoruz,
köklerimize sızan bir değişimin aracı oluyoruz. Allah rahmet etsin Akif Emre’nin dediği gibi “Yeşilçam, sahte tarih kurgusu ve geçmişe husumetle bakışı
yansıtırdı. Tersinden, yanlış tarih kurgusunu muhafazakar diziler
gerçekleştiriyor”.
Kamusalda görüntü veren herkesten bir tarz, bir söz, bir
bakış açısı, bir model vs. kalıyor muhafazakar zihinlerde. Dindarlık
görüntüleri verenler sadece o görüntülerini bırakıp gidiyorlar. Riyakar bir çöplüğe dönüşüyor muhafazakar kamusal alan.
Cahiliye döneminde Mekke’ye hac için gelen her kabile kendi
dindarlığının delili olarak Kabe’ye bir put getiriyordu. Peygamber aleyhisselam
Mekke’yi feth ettiğinde Kabe’den kırıp çıkardığı put sayısının 360 civarında
olduğu söylenir. Görüntü vermek için Kabe’ye birer birer doldurulan putlar gibi
Muhafazakarların dünyasına da görüntülerini birer birer diken gidiyor. Görüntüyü
veren meşruiyet aracı olarak görüntüyü veriyor görüntüyü alan da tüketmek aynı
zamanda tükenmek için o şekille şekilleniyor. Kamusal herkese açık olunca
herkes zihnindeki ve kalbindeki hülyasını(putunu) kamusala getirip park eder hale geldi. Müslüman muhafazakar alanın
artık arı-duruluğu kalmadı. Soru işaretleri çoğaldı. Bu durum kamusal alana
hakim olan Muhafazakar-Müslümanların var oluş ve hedeflerinin tamamen zıddına bir
durumu ortaya çıkardı. Büyük ideallerle
çıkılan yolun sonunda kendi gerçekliğiyle karşı karşıya kalan dindarlığa şahit
olduk. Şu anda sorgulanan budur. Uyuşması imkansız şeyler nasıl oldu da bir
araya geldi? Anlaşması imkansız olan şeyler nasıl oldu da elele hareket eder
oldu?
Kamusal alan muhafazakar müslümanın kaybı mı zaferi mi?
Kamusalda zihinleri bütün bu olanlara aşina olan yeni nesillerin
gelecek dönemde eleştireceği bir şey kalmayacak. Tıpkı 90’lı yıllardaki
başörtüsü davasında hayatını, işini, geleceğini bir çırpıda iten kadınlarımızın
ve kızlarımızın ardından gelen “giyinik çıplak” nesil gibi. Peygamberin azarına
muhatap olan örtünme ile ilgili olarak “neden eleştiriliyor anlamıyorum” diyor.
Kamusal alan (görünürde olan) esas olarak aklı başında ve
fikirleri sabit olan büyükleri değil henüz geleceğe yeni adım atan gençleri
sarıp sarmalıyor. Bu yüzden en fazla etkiyi, tahribatı onlar üzerinde yapıyor.
Bir kuşak öncesinin ciğerine bir acı olarak saplanan şey, onlarda hiçbir etki
bırakmıyor. “Hatta her şey daha iyiye giderken”… deyip bütün bu eleştirileri
anlamsız buluyor. Endişe ve tedirginlik sahibi “bir kısım” insanların en büyük
endişesi de bu; kendi çocuklarının gelecekte kendi davalarını unutup sahipsiz
bırakmasıdır. Zekeriyya aleyhisselam’ı Rabbine yalvartan endişe ve korkuyu
yaşatıyor dönem.
Devlet bizim, devlet biziz rahatlığı sahtedir, muhafazakar dindarın
“uykusudur”.
İyi şeyleri görmezden gelmiyoruz hatta duacıyız, geleceğe dair
ümitlerimiz her geçen gün daha da artıyor Allah’ın izniyle ama “görüntü” hiç de
hoş değil. Ümidimiz görünene değil görünmeyenedir.
Ve son olarak “Muhakkak ki Allah bizim ne yapacağımızı görmek
istiyor.”
Allah
en iyisini bilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder