15 Temmuz
2016 Cuma günü Türkiye’de başarısız bir darbe girişimi oldu. Darbe girişiminin
aktörleri Türkiye’nin son 50 yılında var olmuş bir Cemaatin TSK içindeki bağlıları,
işbirlikçileriydi. Müsebbip yapı göz önünde bulundurulduğunda müslümanlara
düşen 1- İbret almaktır 2- Kendimizi kontrol etmektir. Burada söyleyeceklerimiz ibret almak
bakımından kendimizi kontrol edeceğimiz hususlardan görebildiklerimiz
olacaktır.
Herkes
siyasi erkin alacağı tedbirlere odaklanmış durumda. Lakin bu sadece siyasetin
ibret alacağı, tedbir alacağı bir durumdan ibaret değildir. Vakıflar,
dernekler, cemaatler, tarikatlar vs. Allah için bir şey yaptığını söyleyen
herkese ibrettir bu ve hepsi kendi içlerinde tedbirlerini almak zorundadır.
Müsebbip yapıya karşı alınacak tedbirleri değil müsebbip yapı gibi olmamak için
gerekli tedbirleri kastediyorum. En önemli tedbir de dinimiz ve din adına
yaptıklarımızda olmalıdır. Tekerrür etmemesi için. Öyle ya dini de yanına alıp
yola çıkan bir hareketten bahsediyoruz. Tıpkı elçinin ayak izinden parça alıp
onun arkasından ihanet eden kişinin mantığı gibi.
Şimdi herkesin “karnaval” havasından çıkıp
başımıza gelen şeyin müsebbibi yapı ile ait olduğumuzu söylediğimiz yapıları
kıyaslayıp benzerliklerimizden sıyrılma zamanıdır. Ayıklanma zamanıdır.
Allah’ın dinine daha uygun hale gelebilmek için ayıklanma zamanıdır. Hasan El Benna’nın
Gençlere Tavsiyesi bize de olsun; “Maskaralık
yapmayın. Çünkü mücahid bir millet, ciddiyetten başka bir şey tanımaz.”
Öncelikle
şunu söyleyelim; Allah bize bunu ibret olsun diye yaşattı; helak olanların
özelliği olan “karnaval” icad etmek için değil. Kan ve ölümlerle gelen başarıyı
karnavala dönüştürmekten, kişisel garip hünerlerin sergilendiği yetenek
yarışması havalarından çıkarmak gerekiyor?
Başa gelen
bu vahim olayı tanımlayacak kavramlara dikkat etmeliyiz. Yaptığımız
tanımlamalar Allah katındaki şahitliğimiz de olacak. İnsanları memnun etmek
adına Allah’ı kızdıracak tanımlamalardan uzak kalmak gerekiyor. Çünkü bu gün
yaptığımız tanımlama geleceğimizle ilgili bağlayıcı olacaktır. Yaptığımız
tanımlamalar bugünü nasıl gördüğümüz ile ilgilidir. Allah da bu olayla ilgili
olarak bize bu şahitliğimiz üzerinden muamele yapacaktır.
İkinci
olarak da; müsebbip yapı ile ilgili olarak görebildiğimiz şeyleri dile
getirelim.
Görebildiklerimizin
bir kısmı şunlardır;
Avam ile
Havas’ın (elit) aynı mekanda bir araya gelemediği yerlerle var oldular.
Özellikle birbirlerinden uzak tutulurlardı. Mesela; Bir doktor ile bir sanayici
aynı mekanda maklube yiyemezlerdi ya da binde bir olan bir şeydi. Bu ayrıştırmayı
özellikle yapıyorlardı.
Asla
düşünmeye fırsat verilmiyordu. Cemaate yeni katılan ve öğrenci evlerinde kalan
öğrencilerin kendi başlarına odada yatmalarına izin verilmezdi. Kendi başlarına
kalırlarsa “şeytan akıllarını çeler” denirdi. Küçücük de olsa şüphenin
oluşmaması için en az bir sene ablukaya alınırdı; taki zihin ikna edilene
kadar.
Bireysel
tercihler olmadı, cemaate adanmışlık vardı. Öncelik cemaatti. Cemaatin öncelikleri
Allah’ın önceliklerinin önüne geçerdi. En basit bir örnek; Bayramlarda çok istemelerine
rağmen okuduğu şehirden ayrılamaz anne-babasının elini öpmeye bile
gidemezlerdi. Çünkü; bayramlar fırsattı. Ramazan bayramında cemaate infak
toplanacaktı, Kurban bayramında deri toplanacaktı. Hür bir adam yetiştirme
projeleri hiç olmadı. Herkes aynı şeyi düşündü, aynı şeyi konuştu.
Ya
zengin/çocukları tercih edildi ya da zeki aynı zamanda kullanışa müsait
olanlar. İkisi de yoksa kim olursa olsun adam hesabına bile alınmadı. Yıllarca
aynı şeye hizmet eden zengin biri işi bozulup da himmet edemez duruma gelince
elinden tutulmadı. “Parasız adam gereksiz adam” gözüyle bakıldı.
Ayrı bir
literatür geliştirdiler. Böylelikle kendilerini toplumdan soyutladılar. Allah
azze ve celle “infak” dedi onlar “himmet” dedi. Peygamber aleyhisselam “ümmet”
dedi onlar “cemaat” dedi. Ulema “ilim” dedi onlar “dogmalara” sarıldı. Aklı
başında Müslümanlar “Vahiy” dedi onlar rüyaya sarıldı. Sonunda Mehdileri oldu, kamyon
şoförü peygamberleri oldu.
Allah
“infak” dedi onlar “himmet” dediler. Allah “infak” istedi onlar “himmeti”
ortaya çıkardılar. Allah İnfakı kafire bile mübah görürken onlar himmeti cemaatin
dışına haram kıldılar. Mesela Kuran kursu yaptırmadılar, İmam Hatip
yaptırmadılar. Hatta hatta Cami yaptırdıklarına bile şahit olmadım. Kolejler
yaptırdılar, dershaneler yaptırdılar, üniversite açtılar ve buralara dair
hastaneler açtılar.
Onların
yüzleri hep batıya dönük oldu. Doğu’ya dönmeyi hiç istemediler ve onlar gibi
olmak istemediler. Neden kafir diyarlarında büyüyüp de Müslüman diyarlarında varlıkları
olmadı? Neden imanları batıyı sevdirdi de doğudan nefret ettirdi. Bu bir
yönelişti. Kafire fayda verip İslam’a zarar verecek şeylere yöneldiler. Yıllarca,
odasının gizli bölmesinden seccade çıkarıp da “ben de aslında sizin gibi namaz
kılıyorum” diyen papaz hikayelerinden gizli bir muhabbet oluşturuldu. Salakça
ve aptalcaydı doğru ama binlerce insan bunu anlatanlara ram oldu, bende oldu.
Gittikleri
hiçbir ülkede Müslümanlarla “diyalog” kurmadılar. Selam bile vermediler; burada
olduğu gibi.
Kur’an ve
sünnet ile ilgili hiçbir çalışmaları olmadı. Kur’an okuma faaliyetleri
programları olmadı. Ne evlerinde, ne salonlarında, ne himmetli toplantılarında.
Ama dünyanın her ülkesinden yüzlerce insan ile olimpiyatlar yaptılar, ergen kız
ve erkekleri elele tutuşturup kardeşlik mesajı verdirdiler.
Satın
aldılar. Gariban çocuklarını satın aldılar. Diploma heveslilerini satın
aldılar. Genelde toplumun “ezik” lerini seçtiler. Bayanlarını ablalıkla,
erkeklerini abilikle, ev imamlığıyla, semt imamlığıyla onurlandırıp
hayatlarında kimseden görmediği ve göremeyeceği yetkilerle donattılar. “Ezik”
adamlardan makamlara sultanlar bulundu. Satın alınmışlığın ardından bağlılık
geldi. Üst’üne bağlılık anne-babadan, akrabadan, kardeşten daha önemli oldu. Bu durumu kabullenemeyenler koptu gitti ya da
aforoz edildi.
Anne babası
cemaati eleştiren cemaat üyelerinin neredeyse tamamı anne-babasına, kardeşine,
akrabasına, mesafe koydu. Toplumuyla bağları böylece kopmaya başladı. Koparılan
bağ için geçerli bir sebepte vardı; “onlar cahil, bilmiyorlar”. Çoğu zaman
cemaat adına en yakınlarının hatırları, gönülleri ezildi geçildi. Gerektiğinde
cemaat için her türlü öfkeyi kendi özünden olanlara çevirecek kadar koptu
bağlar.
Güce
kavuşmak için her şey mübah sayıldı. Allah’ın insan bedenine, eşyaya, yiyeceğe
ve içeceğe, mülke, hükümlere dair ne varsa hepsine ait sınırları cemaatin
güvenliği ve bekası söz konusu olduğunda yeniden yorumlandı.
Fırkayı
Naciye oldular. “Kurtulan Fırka” olmak onlara her şeyi küçümsettiği gibi onları
her şeye karşı da tekebbüre bürüdü. Aynı anda iki duygunun da zirvesine
çıkardı.
Bir taraftan
herkese ulaşacak mekanizmalar, yapılar oluşturulurken diğer taraftan hiç
kimsenin ulaşamadığı ve sorgulayamadığı bir lider ve lider kadrosu oluşturuldu.
Tâbi kılan bütün
hislerin sağlam kalabilmesi, sorgulanmaması için ortamlar oluşturuldu. Yoğun
bir hareketlilik kazandırıldı. Zihinler de hayatlar da yoğun bir hareketlilik
yaşadı. Anne-baba, aile, akraba “hizmetin” yoğunluğu içinde kayboldu gitti. Bu
kaybediş “Allah içindi”. Allah adına Allah’ın öne çıkardığı şeyler geri kaldı
hep.
Allah için
bir araya gelindiği söylense de Cemaatin var kalabilme mücadelesi Allah’ın
dininin var kalmasının önüne geçti. Cemaat hep korunduğu halde Allah’ın dininin
zarar görmesine bile bile göz yumuldu. En kritik zamanlarda Cemaatin menfaati
Müslümanların menfaatine tercih edildi. Allah’ın değer verdiği şeylerin ayaklar
altına alınmasına müsaade edildi; “Teferruatta” kaldı hepsi.
Özellikle
Vakıflar, Dernekler, Cemaatler şunu görmüş olmalılar; Din adına toplayıp kendi
bedenlerini büyütenler o bedenleriyle ibretlik olurlar. Ümmetten toplayıp kendi
varlığı için yiyenler karınlarına ateş doldururlar. Allah’ın zamanı var, hesabı
var, bekler ve o ateşi tutuşturuverir. Kimse de buna mani olamaz. En büyük, en
etkili, en güçlü olmak adına kamu kurumlarına ve onların paralarına musallat
olunduğunda, Allah’ın onların da peşine düşeceğini bilmeliler.
Vakıflar,
dernekler, cemaatler parası kadar iş yapacak. Aç gözlülük yapmayacak. Haddi
kadar iş yapacak kimseye yük olmayacak. Devesinin üzerindeyken yere düşen kamçısını
yerdeki arkadaşından istemeyi ar bilip devesinden inerek kendisinin aldığı
sahabeyi anlatarak örnek verenler aynı hassasiyeti Kamuya ait paralara göz
dikip yük olmayacak. Hele hele bunu da “Allah için” hiç yapmayacak. Kendi işini
kendi yapacak.
Ağıza Allah,
Peygamber, Kur’an, din ifadelerini alıp da Allah’a rağmen bir şeyler yapmaya
çalışanların Allah’tan göreceği hayırlı bir karşılığı yoktur. Allah’ın kimseye torpili yoktur. Torpili
olsaydı Hilafetimizi elimizden almazdı.
Himmet adına
bildiğimiz gasplara alet olundu.
Havas’ın
dillendirdiğinden başkası dillere dokunmadı.
Havas’ın
gösterdiğinden başka şeylere göz değmedi.
Havas’ın iyi
dediğinden başkası iyi olmadı, kötü dediğinden başkası da kötü olmadı.
Tüm yakınlık,
havasa daha yakın olanlara oldu. Kıymet ve değer oraya “yanaşık” olmakla
belirlendi.
Havas’ın
kitabı Allah’ın kitabından daha kıymetli hale geldi.
Allah’ın
kapattığı sayfa (Yahudilik-Hristiyanlık) tekrar açmaya kalkışıldı. Halbu ki biz
şunu öğrenmiştik; Allah’ın kapattığı sayfa açılamaz, vurduğu mühür çözülemezdi.
Kim bunu yapmaya kalkışırsa ona da öncekilere vurulduğu gibi mühür vurulacaktı,
vuruldu.
Allah dinine
zarar verecek şeyleri zamanı geldiğinde ayıklar, ayıkladı da.
Şimdi
ayıklama zamanı bizde. Benzerliklerimizi ayıklama zamanı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder