Hepimiz
Allah Azze ve Celle’nin kuluyuz ve hepimizin samimiyetine de o karar verecek.
Bizim
kalbimiz O’ndan başkasına ait değildir. Kalbimiz O’nunla yumuşar O’nunla huzura
erer. Bizim samimiyetimiz budur.
O’dur
bizim tek samimiyet göstergemiz. Kendimizi ne kadar yakın hissedersek O’na,
öylece samimiyiz işte. Ne yaptık da uzak kalmışsak O’ndan, kabahatimiz de odur
işte.
O’nsuz
hayatımızın bir kıymeti yok bizim. Evimizin, eşimizin, aşımızın, çocuklarımızın
yani sahip olduğumuz hiçbir şeyin kıymeti yok tadı da yok O’nsuz. Samimiyetini
Allah’a ispat etmiş bir kulun samimi olması için başka kulların onayına ihtiyaç
var mı? Bunlar yeterli değil mi?
Biz
samimiyetin ifadesinin Allah’la irtibatımız olduğunu biliriz ve tutacağımız en
kuvvetli bağın o olması gerektiğine inanırız. Tezahür eden durumları da
samimiyetin tecelli ettiği farklılıklar olarak görürüz; sorgulamayız kimsenin
samimiyetini.
Biz
O’na muhabbetten başka bir samimiyet bilmeyiz.
Biz
hırsızı hırsızlık üzerinde görürüz de “Vallahi ben yapmadım” deyince
bırakıveririz. O’nun adıyla yemin etti ya hırsızın yalanına bile kanar
gözümüzün gördüğünü yalanlarız. Sırf Allah Azze ve Celle’nin ismine olan
muhabbetimiz için.
Yoksa
O’nun muhabbetine olan samimiyetten başka nedir bizi O’nun ismiyle aldatacak.
Allaaah!
diyorsa kul, bırakırız kalplere hükmeden verir samimiyet kararlarını. Allah’ın
yalancılıklarını ayyuka çıkardıklarına da cahillik edip teslim etmeyiz
kendimizi.
Kulları
samimiyetlerini ispatlatmaya çağırmaya hakkımız yok bizim. Bir gün gelir Allah
bir olay ile, bir kişiyle yahut herhangi bir şey ile deneyiverir de kimin
samimi kimin sözünde yalancı olduğunu ortaya çıkarıverir. Kimseye de söz
bırakmaz. Önemli olan o gün Allah’a yakın olanlardan olmaktır, buna
çabalamaktır; Allah’a samimiyet safları oluşturmak değildir. Geçerli olan
kulların değil Allah’ın kurduğu saftır. İnsanları samimiyet derecesine göre
saflara koyanların yaptıkları safları Allah darmadağın ediverir.
Biz
“Allah rızası için” diye el açmış kişilere çoğu zaman imkanımız dahilinde
düşünmeden paramızı çıkarıp vermiş insanlarız. “Yahu bu adam yalancı baksana
halinden belli” diyenlere de aldırış etmemişiz. Neden? Dedi ya “Allah Rızası
için” diye… Bizim yaşam gayemiz, tüm fedakarlıklarımız bunun için değil mi?
Değil mi ki “Allah Rızası” biz O’nun muhabbeti için aldatılmayı bile göze
alırız.
Aynı
işten biz alır gideriz Allah’ın rızasını evimize; otururuz çocuklarımızla
soframıza. Yalancılar da sarar gider odunlarını kendilerini bekleyen
ateşlerine.
Ruhumuza
hitap edene meylederiz biz.
Samimiyet,
sadakat testine tabi tutamayız insanları; biz sadece samimi oluruz, olmaya
çalışırız. Bize düşenin bu olduğuna inanırız.
Biz
kulları kendi çemberimizden geçirmeye çalışamayız. Çemberimizden geçenlere
samimiyet dağıtıp çemberimizde takılıp kalanları samimiyetsizlikle lekeleyemeyiz.
Biz
Allah’ın bize yüz çevirip lanetlemesinden korktuğumuz için haramlardan kaçarız.
Biz O’nun muhabbetinden zerre kaybetmemek için sevdiğimiz şeylerden bile
fedakarlık ederiz. Bu bizim (çoğu zaman hatalar da yapsak) içimize huzur veren
samimiyetimizdir. Kimisi şundan kimisi bundan ama mutlaka fedakarlık yaptığımız
şeyler vardır bizim.
Bizim
fedakarlık yaptığımız şeyden fedakarlık yapmayan kimseleri gördüğümüzde onların
samimiyetsiz olduğuna değil onların da fedakarlık yaptığı başka bir şeyin
olduğuna iman ederiz biz. Böylece “insanlar hakkında iyi düşünmekten başka
hiçbir farklı amelim yok benim” diyen sahabe gibi cenneti hak etmeye çalışırız.
Bazen
istenmeyen bir şekilde gördüğümüz ve sakalıyla ilişkilendirip ahlaksızlıkla,
sahtekarlıkla suçladığımız sakallı bir kulun o sakalı yüzünden memuru olduğu devlet
tarafından diyar diyar sürüldüğünü ama asla onu kesmediğini bilmeyiz. Hemen
O’nu arka safa atıveririz.
Gece
namazındaki yorgunluğundan dolayı her sabah biraz fazla uyuyarak kendini
dinlendiren bir kulu “kiriş gibi” yatmakla kınamak Allah’ı öfkelendirir.
Görünmeyen zamanına vakıf olamadığımız bir kulun görünen zamanına bakarak
kolayca eleştiri getiremeyiz biz. Bu “hayırsız” işten hayır umamayız. Bu
hatadan “samimiyet safı” kuramayız biz. Yoksa Rabbinin ön safa geçirdiği hatta
“mağfiret dileyin kulum için” diye meleklerini kendisine vazifeli kıldığı
kulunu safın en arkasına savurup atarız.
Biz
görünenin dışında bir de görünmeyen olduğuna iman eder ve kulların Allah
katındaki değerinin bizim gördüğümüzün dışındaki halleriyle de
değerlendirileceğine inanırız. Asıl saf kurma yetkisi elinde bulunanın
“görüneni ve görünmeyeni bilen Allah” olduğunu biliriz. O’nun kurduğu safta yer
almaya çalışırız.
Seneler
sonra çocuğunu büyütüp de gelen onca seneye rağmen ve o çocuğuna rağmen Allah’a
temizce gitmeyi arzulayarak recm cezasına razı olan kadının samimiyetinden bir
parça vardır bizde. Ve o kadının samimiyetini sorgulatmayan Peygamberden bir ahlak
var bizde. Biz günahkar da olsa samimiyetleri sorgulamayan bir ümmetiz.
Samimiyetleri sorgulayarak kulları
saflaştırmayız biz.
Samimiyetlerden
şüphe ederek şeytana fitne ateşi sunmayız biz.
Samimiyetlerden
şüphe ederek kafire fırsat vermeyiz biz.
Çünkü
müslümanız biz.
Elhamdülillah.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder